Oysa ki onları 21 Haziran gibi en uzun ve en aydınlık günde,
aydınlığın umudunda bırakacağız sanmıştım. Yanılmışım… Aralarındaki şeyin kara
bir sevda olması, onların tüm engellere, ölümlere rağmen yılmadan savaşmasını
sağlayan bir tutkaldı benim gözümde. Yoksa başka türlü kim bu kadar acıya
ısrarla direnip, kardeşi kardeşini öldürmüş biriyle evlenebilirdi ki? Fakat meğerse “kara
sevda” aralarına girecek sonsuz ayrılığın, ölümün bahanesiymiş. Bir tutam mavi
sevdalarda yaşamak varken kara toprakta yaşayacaklar artık, yazık…Yalnız kimse
bana “Böyle bir kara sevda, kara toprakla
biter.” demesin. Ben bu güzelim şarkıya böyle bir karamsarlığı
yakıştırmıyorum.
Tabii, finalde kalbim kırıldığı, yapılan mutsuz son tercihi içime sinmediği için verilen emekleri de göz ardı etmeyeceğim. Bir kere bu
uzun dizi sürelerinde 74 hafta boyunca güzel bir tempoda hem aşk hem de aksiyon
dolu bir hikaye yazmak, hep belli bir düzeyi, belli bir kaliteyi tutturmak hiç kolay
değil. Üstelik bunu kadına şiddet, hayvanlara sevgi konularında yerinde ve
takdir edilesi mesajlar vererek yaptılar. Bu yüzden başta senaristlerimiz Burcu
Görgün Toptaş ve Özlem Yılmaz, yönetmenimiz Hilal Saral olmak üzere tüm ekibe teşekkür ederim kendi adıma. Herkesin emeğine sağlık. Tanıtımlarını gördükten sonra izlemeyi pek düşünmediğim bir
diziyi sayelerinde zamanla izler ve hatta üstüne haftalarca yorumlar buldum
kendimi.
Güldün, kuşlar cıvıldadı, ağladın yüreğimiz dağlandı.
Bunda kamera arkasındaki ekibin olduğu kadar ekrandan
etkileyici oyunculuklarıyla evimize konuk olan oyuncuların da payı büyük.
Bilhassa da beni bu aşka bağlayan; Nihan’ın çaresizliğini, acısını ve aşkını
başından beri iliklerine kadar yaşayıp yaşatan Neslihan Atagül Doğulu oldu.
Severken gözlerinde parlayan menevişlerle ben de mutlu oldum, ağlarken tüm acısını
ben de yüreğimde hissettim. Nihan’ı gerçekten sahiplendi ve bu sayede
unutulmayacak aşık bir kadını ete kemiğe büründürdü. Aynı şekilde Burak Özçivit
de gencecik bir Kemal’den, baba olan Kemal’e kadar geçen süreçte, her dönemeçte
Kemal’in varlığına ve aşkına inandırdı. Ve Nihan ve Kemal aşkı diye bir şeyi
inşa ettiler. Tabii ki Kaan Urgancıoğlu’nun performansı da asla unutulmayacaktır.
Şahane oyunculuğuyla karakterini öyle bir benimsedi ki, hem hırsını ve
kötülüğünü hem de o kötünün içindeki iyiyi yansıtarak bir Emir Kozcuoğlu
efsanesi yarattı. Hazal Filiz Küçükköse de başlangıçta son derece vasıfsız
bulduğum ve hatta sevmediğim Zeynep karakterinin acılarını, çelişkilerini
başarıyla yansıtarak sonunda kendisi için mutlu bir son dilememi dahi sağladı. Diğer
tüm karakterlerin sevdiğim yahut kızdığım her sahneleri de oyuncuların
rollerini başarıyla canlandırmaları sayesinde oldu. O yüzden Zerrin Tekindor’a,
Kerem Alışık’a, Neşe Baykent’e, Uğur Aslan’a,Rüzgar Aksoy’a, Burak Sergen’e,
Melisa Aslı Pamuk’a, Zeyno Eracar’a, Orhan Güner’e ve Ali Burak Ceylan’a çok
teşekkür ediyorum. Herkesin yolu açık, yeni işleri bol reytingli olsun.
Bir de ben bu dizide en çok şiirlerin hiç eksik
edilmeyişini, Nazım Hikmet’ten Cemal Süreya’ya, Turgut Uyar’dan Orhan Veli
Kanık’a, Ümit Yaşar Oğuzcan’dan Furuğ Ferruhzad’a kadar geniş bir yelpaze
sunulmasını sevdim. Fakat neticede zihnimde bir tek Yusuf Hayaloğlu’nun dizeleri
yankılanıyor şu an.
“Hiçbir hesabımız yoktu kimseyle.
Hiçbir aykırı yanımız,
Hiçbir yalanımız...
Gözüm yaşarıyor,
Yüreğim kanıyor...
Olmasaydı sonumuz böyle!
(…)
Birer yolcuyduk,
Aynı ormanda kaybolmuş.
Aynı çıtırtıyla ürperen birer serçe.
Hep aynı kaderde buluşurduk
Sevmeye tutuklu gibi...
Birer
tomurcuktuk hayatın kollarında.
Birer çiğ damlasıydık,
Bahar sabahında,
Gül yaprağında...
Dedim ya,
Hiç yoktan susturuldu şarkımız!
Yüreğim kanıyor,
Yüreğim kanıyor...
Bitmeseydi öykümüz böyle!”