‘‘Güvercinin kanadı kurdun pençesine kadardır’’
‘‘Hemen yazmalıyım, vakit kaybetmeden, o ruhtan uzaklaşmadan oturmalıyım bilgisayarın başına’’diye diye söylenerek yanıma koca bir fincan kahve alıp oturdum. Aksi halde dizinin insanda bıraktığı etki zamanla dağılıyor ve aynı coşkuyla kalem oynatılamıyor haliyle. Gerçi gözümü kapatıp o muhteşem sahnelerden hangisine takılsam yeniden Kayı Boyu’nun peşi sıra sürüklenip gidiyorum. Ama yine de başımdaki Diriliş dumanı dağılmadan dökmek istiyorum eteğimdeki bütün taşları.
Haydi Bismillah…

Bundan birkaç yıl evvel bu lezzette bir dizi seyredeceğimiz söylenseydi inanır mıydınız? ‘‘Her bölümü sinema filmi tadında olacak, izlerken yerinizde oturamayıp ‘Allah Allah’ nidalarıyla ayağa fırlayacaksınız, Türk dizi sektöründe her şeyi tersine döndürecek’’ denseydi? Abartılı bulurdunuz, bulurduk. Hepimiz.

Bugün ne dediğinizi duyuyor gibiyim. Diziyi seyreden hemen herkesin ağzından ‘vay anasını, helal olsun’ benzeri nidalarla birlikte övgü cümleleri dökülüyor. Geldiğimiz noktaya kimse inanamıyor. Bir diziye bunca emek, para harcanmış olabileceğini aklımız kesmiyor. Çünkü biz Türk seyircileri dizilerde yıllarca öyle uyduruk aksiyon sahnelerinin muhatabı olduk ki, zengin çocuklarının markalı spor ayakkabılarına özenir gibi Amerikan film ve dizilerine imrenmekle geçti hayatımız. ‘‘Adamlar yapıyor abi!’’ diyerek öve öve bitiremedik. Haklıydık da, bunu hak ediyorlardı. Şimdi bu övgüyü hak eden bizden birileri de var. Gönül rahatlığıyla, ağız dolusu diyorum ki: Adamlar yapmış abi!

Diriliş Ertuğrul’un dün akşamki bölümünü ilk bölümden çok daha fazla merakla beklediğimi söyleyebilirim. İlk bölümden sonra yüksek gelen reytingler beni dizinin bu haftaki bölümüyle ilgili -niyeyse- kaygıya düşürdü. Hani evladı hata yapacak diye korkan bir anne tedirginliğiyle bekledim diyebilirim. İlk bölüm elde edilen başarının tesadüf olmadığını göstermek için bu bölüm önemli bir sınavdı. Ve ben bir not verecek olursam; Diriliş Ertuğrul, ikinci bölümü benden yıldızlı beş alarak geçti. Hayatımda sıkılmadan dizi izlemişliğim pek nadirdir. En sevdiğim can ciğer dizilerin bile kimi yerlerinde ‘‘amma uzattılar’’ dediğim olmuştur. İleri sararak seyredebilme imkanı dilemişliğim de vardır. Fakat dün akşam ilk sahnesinden başlayıp son dakikasına kadar temposu hep yüksek seyreden bir iş izledik. İşin mutfağında olanlar her anı bunca yüksek tempolu bir dizi ortaya çıkarmanın çok kolay olmadığını bilirler. Demek ki seyirciyi sahiden sıkmaktan imtina eden bir ekibin elinden çıkıyor bu iş.

Bakışların mı daha keskin, kılıcın mı bilemedim Ertuğrul

Geçtiğimiz haftayı Halep’e giden Ertuğrul ve Alpler’ine saldırı düzenlenen sahnede noktalamıştık. Bu hafta aynı yerden açtık perdeyi. Kayı Boyu’nun yiğit Alpler’i çevik ve güçlü bilekleri ve koca yürekleriyle hainleri alt edip yollarına devam ettiler. Turgut Alp’in koluna isabet eden ok ise ekibin aldığı ‘nazarlık’ bir yaraydı. Ertuğrul Bey ve Alpler yola Kayı Boyu’nun dualarıyla çıktılar. Bu dualara bir de yolda karşılaştıkları Muhyiddin İbn Arabi’nin himmeti eklenince Oğuz erlerinin önünde kim durabilirdi? Boyuna yurt bulabilmek için Halep Emiri’nin kapısını çalan Ertuğrul, emirin kendisini sırtı dönük halde karşılamasına fena içerledi. ‘‘Er sözü, er yüzüne söylenir Bey’im’’ diyerek emirin dikkatini çekmeyi başaran Ertuğrul, yine de yurt talebinin kibirli bir üslupla karşılık bulmasına engel olamadı. Akşamki ziyafete davet edilen Kayı Boyu erleri kendileri için hazırlanan tatsız sürprizden habersizdiler. Emir, Alpler’in dalgınlık ve dikkatsizliklerini yüzlerine vurmak ve onları bir kez de toplu halde küçük düşürmek için silahlarını aldırtmıştı ve bir sandık içerisinde Ertuğrul’a sergiledi. Alpler’in hatası Ertuğrul’un büyük bir utanç yaşamasına neden oldu. Emir’in ‘‘Pusatlarına sahip çıkamayan yiğitlerin sözlerine nasıl güveneyim Ertuğrul?’’ diyerek bu tedbirsizliği bir kere de sözle Ertuğrul’un yüzüne çarpması yaşanan utancı iki kat artırdı. Gece herkes odasına çekildiğinde Ertuğrul odasında namaz kılıp dua etti: "Sen Yusuf’u kuyudan çıkarıp Mısır’a Sultan yapansın. Bu düştüğüm dipsiz kuyudan çıkmak için bana imkan ver!’’

''...bir kırıntı yeter kereminizden / sonsuzluk kervanı peşinizde ben...''

Sonra gönülleri titreten bir zikir sahnesine şahitlik ettik. İnsanı derinden etkileyen benzer bir sahneyi Kurtlar Vadisi Irak filminde de seyretmiştik. Dünkü zikir sahnesine, Ertuğrul’un rüyası ve Muhyiddin İbn Arabi’nin keramet halleri eşlik etti. Ertuğrul tam saldırıya uğrayacağı sırada himmetiyle onu uykusundan uyandıran İbnül Arabi, Ertuğrul Bey’in hem canını hem de itibarını kurtarmasına vesile oldu. Tapınakçı saldırganı alt eden Ertuğrul, cesedi Halep Emir’inin önüne serip, ‘‘Topraklarınızda pusatlarımızı korumamız gerektiğini öğrendiğimiz gibi, canımızı korumamız gerektiğini de öğrendik’’ diyerek akşam sofrada yerle bir olan Kayı Boyu’nun itibarını yeniden göklere çıkardı. Ertuğrul Bey gibi bir atanın nesli olmak bu millet için muhteşem bir övünç kaynağı değil de nedir? Kendisine yurt bulmakta bile güçlük çeken Kayı Boyu’nu kıtlık günlerinden alıp bereketli topraklara götürmüş, yedi düvele hükmetmiş bir büyük devletin temellerini atmış Ertuğrul Bey’in torunu olmaktan ancak şeref duyulabilir diye düşünüyorum. Aksi görüşte olanlara da saygıyla selam ederim.

Halep Emir’inden Kayılar için bir yurt izni alan Ertuğrul, en büyük düşmanları Tapınakçılar’ın o bölgeye çok yakın olduklarını bile bile bu kararından dönmedi. Düşmanını yakınında isteyen Ertuğrul Bey obasını Halep’e taşımak üzere yola çıkarken tapınakçıların bir adamını daha öldürüp, onların haberci güvercinleriyle yine onlara bir mesaj gönderdi: Güvercinin kanadı kurdun pençesine kadardır!
Anlayana sivrisinek saz…

Eden bulur be Selcan Hatun, yanına kalır mı sanıyorsun?

Oğuz Erleri Halep’te bunları yaşarken Kayı Boyu obası kadınların entrikasından geçilmiyordu. Gündoğdu’nun haset ve kinden kalbi kararmış karısı Selcan’ın, pazarda satılacak kumaşlara -sırf Halime’nin emeği var diye- hile katıp renklerini soldurması ‘kadın her yerde kadın’ dedirtti bana. Selcanlar binlerce yıl evvel de vardı dünya üstünde, hala da var. Neyse ki Halimeler de birer rüyadan ibaret değil. Gönlünde memleket ve yiğit sevdasından gayrı hiçbir duygunun baki olmadığı, güzel gözlü, dik başlı Halime Hatunlar’a da selam olsun ve Halime Hatun ruhu baki olsun ki Osman Beyler doğsun, eksik olmasın.

Her sahnesini gururla, içim titreyerek seyrettiğim ‘muhteşem’ sıfatını sahiden hak eden enfes bir bölümdü. Başarılar katlanarak devam etsin dilerim.

Ve size hala etkisinden kurtulamadığım o güzel ‘zikir-rüya’ sahnesiyle veda ederim.
Kısmetse haftaya görüşmek üzere... Elinize, yüreğinize sağlık.



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER