Muhteşem Yüzyıl Kösem’de biraz soluklanma zamanı…Üstüste
gelen hareketli ve çarpıcı bölümlerden sonra bu hafta tempoyu biraz düşüren
ekip, daha kendi halinde ama yine de hiç sıkmadan ilgiyle izlenen bir bölümle
çıktı seyircinin karşısına. Tabii bu sessizlik, fırtınadan önceki sessizlik.
Sezon – ya da dizi – finaline adım adım yaklaşılırken, son dönemeçte yaşanacak
olan şamatadan önceki son durak. Önümüzdeki hafta yayınlanacak olan 52. bölümün
fragmanından gördüğümüz üzere, sarayda kıyamet kopmak üzere. Şimdiden vaziyet
alın derim.
Görece olaysızlığına rağmen gerginliği yine had safhadaydı
diyebileceğimiz bölüm, olmasını beklediğimiz gelişmelerin ufak ufak yaşandığı
ve özellikle Şehzade İbrahim özelinde tahmin ettiğim bir takım karakter
şekillenmelerinin anlatıldığı pek şaşırtıcı olmayan ama tatmin eden bir bölümdü.
Hiçbir şey olmasa bile görünüşünün güzelliği ve ağır duruşundan dolayı bile
gönlümü çalardı zaten. Sezonun özellikle ilk yarısında diziye musallat olmuş
olan “Türk dizisi” görselliğinin yine Muhteşem Yüzyıl’ı Muhteşem Yüzyıl yapan
uluslararası standartlardaki “sinema filmi
gibi” görselliğe geri döndürülmüş olması bile yeter. Tabloya bakar gibi zevkle izledim
bölümün bir çok sahnesini.
Revan’ı tekrar fethettikten sonra Tebriz üzerine yürüyen
ve sonradan öğrendiğimize göre orayı da alan 4. Murad, payitahta dönüş yolunda birkaç
hafta önce kaybolduğu ormanda tanıştığı gizemli kâhinle yine tesadüf etti.
Muhteşem Yüzyıl serisindeki kâhinlerden her eve lazım vallahi. Öyle bir kehanet
yeteneği varmış ki, adam kehanette bulunmak adı altında senaryoda önümüzdeki
haftalarda yaşanacak olan her şeyi bir bir saydı döktü. Foreshadowing’in de bu
kadarı yani.
Murad da kendisini dinledi dinledi, bölümün finalinde de soyun
kendisinden devam etmeyeceğini öğrenmesinin etkisiyle işin kendi üstüne düşen
kısmını yerine getirdi ve kardeşlerini kafese hapsetti. Sultan Mustafa hâlâ
oralarda bir yerlerde midir bilmiyorum ama iki resmi, bir de potansiyel deli, kardeş
kardeş otururlar artık ^^
Şehzade Bayezid’in ölümünü takiben doğal olarak Gülbahar
Sultan’ın yaşadığı yıkım haricinde çok fazla bir ağlama sızlama, bölümün
temposunu sündürecek olan ölüm sonrası travmaları uzun uzadıya seyretmemiş
olmak hoşuma gitti. Oğlunun ölmeden önceki son isteği yerine getirildi ve
Gülbahar Sultan canını kurtardı, kalan vaktini geçirmesi için zindanlara atıldı
ve biz de işimize baktık. Sinan Paşa’yı ele vermemek için başka bir kurban
seçen Gülbahar Sultan yüzünden olan Dilaver Paşa’ya oldu, e haliyle adama yazık
oldu.
Elinde kılıcıyla Divan’a bir hışımla giren 4. Murad’ı görünce başından
aşağı kaynar sular dökülen Sinan Paşa’yı görünce bir an gülmedim değil. Dilaver
Paşa toprak olurken, Gülbahar ve Sinan ikilisi de güçleri yeterse Kösem Sultan
ve padişahtan intikam almanın yollarını deneyecekler artık. Ömürleri daha kaç
bölüm yaşamalarına vefa edecek göreceğiz.
Balıkesir’deki İlyas Paşa İsyanı’nı bastırmak için gayet
sönük bir şekilde sefere çıkıp geri dönen Sultan Murad’ın, Revan Fatihi olarak
payitahta ve saraya dönüşü ise şanına yaraşır bir şekilde oldu. Özellikle şehir
içinde halkın arasından geçip geldiği sahnelerde dizi için inşa edilen platonun
tam kapasiteyle kullanılması görsel olarak oldukça tatmin edici bir sonuç
vermişti.
1. sezonda oyuncular ve figüranlar genellikle hep bu setlerin önünde
dolaşır, bütün o evler, dükkânlar, yapılar sadece fonda dekor olarak rol
oynardı. Artık balkonlarından sarkıp, muzaffer bir şekilde geri dönen padişaha
çiçekler atan insanları, pencerelerinden dışarıyı izleyen konut sakinlerini
görebiliyoruz bu setlerde ve setler set olmaktan çıkıp gerçekten yaşayan bir
yere dönüşüyor. 2. sezonun en keyif verici yönlerinden birisi şehir
merkezindeki bu tür sahnelerde bol figüran kullanılması ve saray dışında daha
canlı bir kent yaşamı sunulması zaten.
Sefer dönüşü kızı İsmihan Kaya Sultan’ı büyümüş bir halde
bulan 4. Murad, o yokken doğum yapan Farya Sultan’ın ikiz şehzadelerine de
atalarından feyz alarak sırasıyla Selim ve Süleyman isimlerini verdi. Yapım
ekibinin bu sefer işin kolayına kaçmadan her iki şehzade için de gerçek
bebekler kullanması güzel olmuştu. Üstelik her iki ufaklık da o kadar
sevimliydiler ki, İsmihan Sultan tatsızlığını affettirdiler.
Ancak insan
İsmihan Sultan’ı gördükçe ister istemez Lâgari Hasan Çelebi’yi hatırlıyor ve
hayıflanıyor. Zira kendisinin tarihten bilinmesine sebep olan barut fişeğiyle
uçma olayı aslında İsmihan Sultan’ın doğumu nedeniyle gerçekleştirilen
şenliklerde yaşanıyor. Dizideki İsmihan Sultan ise çoktan büyüyüp ayaklandı
bile.
Halbuki görsel olarak ne kadar da şık sahnelerin yaratılmasına bahane
olurdu Lagâri Hasan Çelebi. Tıpkı Evliya Çelebi ve Galata Kulesi’nden uçması
olayında olduğu gibi gerçekliği tartışılır bir şey olsa da 1. sezonda Acemi
Yeniçeri oğlanı olarak senaryoya dahil edilmiş böyle bir karakteri asıl olması
gereken hikayesiyle dizide görememiş olmak ve bu karakterin hikaye takibinin
yapılmamış olması büyük kayıp gerçekten. İnsan sadece “neden” diye sızlanarak sorduğuyla
kalıyor.