Tadı damağımızda kalan bir ilk bölümün ardından yine
Kılıç Timi ile, sözleştiğimiz gibi aynı gün ve saatte buluştuk. Büyük resim açısından baktığımızda aşırı ilerlediğimizi
söyleyemeyeceğim. Ancak karakteri daha da yakından tanıdığımız, onların
gelecekteki tutum ve davranışlarını daha iyi yorumlayabileceğimiz güzel bir
bölüm izledik.
*
“Askerlik erkekleri disipline sokar.” derler. Yani hep
öyle duymuşuzdur. Evet, zorunlu askerlik yapanlar için sivil hayattan daha düzenli
bir yere girmek, onları disipline edebilir, doğrudur. Ama Yüzbaşı Bozok gibi
kabına sığmayan bir adamı ne yapacağız? Belli bir disiplin içinde olması
gereken Yüzbaşı Bozok bu hafta geçmişi, üstleri, mesleği ve duygularıyla bir
sınav içindeydi. Zor sınavlar bunlar...
Yüzbaşı Bozok ilginç bir karakter. Kabına sığmamak ile
hadsizlik arasındaki farkı çok iyi bilen, sürprizlerle dolu... İzlediğimiz
dizilerde bir karakterin ne yapacağını az çok hissedebiliyoruz. En basitinden
“Şunu yapacak ki, işler yürüsün.” diyoruz. Ama Yüzbaşı Bozok başka bir adam. Bir sonraki adımı kestirmek, yaptığını yorumlamak çok zor.
Kağan’cığım gel seninle sivil sivil konuşalım: Üstlerimizi dinliyoruz. Kimsenin
başını belaya sokmuyoruz. Belki ilk seferde Serdar Üsteğmen’i alamadın ama bu
demek değildir ki ikincisinde de alamayacaksınız. Üstelik Serdar Üsteğmen’i
elinde tutan, babanın da katili. Senin gözünün önünde babanı öldüren. Ama dur
bakalım… Kaç sene bekledin, az daha sık dişini. Anneni, kız kardeşini düşün. Keskin
sirke küpüne zarar. Ne o öyle hemen istifa etmek istemeler, aşırı aşırı hareketler?!
Yüzbaşı Bozok’un bu zapt edilemeyen halleri Alpay
Kopuz’u da bir hayli zorlayacak gibi duruyor. Savaşçı dizisinin ilk Albay Kopuz’lu
tanıtımını hatırlıyor musunuz? Ne diyordu Albay Kopuz:
Çünkü arkadaş, sen istediğin kadar
rütbeli ol, istediğin kadar makamın bilmem neyin olsun. Emrindeki adamlar
kadarsın!
Albay Kopuz emrindeki adamların yüreklerinin büyüklüklerinin ve
güzelliklerinden hiç şüphemiz yok. Ancak tam bu noktada Yüzbaşı Bozok’u ayrı
bir yere koymak gerekir diye düşünüyorum. İkisi arasındaki bağ çok hoşuma gidiyor.
Bu bağı “silah arkadaşlığı” olarak adlandırabileceğimi düşünüyorum. Tatlı-sert,
babacan bir tavır. Aradığımız, özlediğimiz bir ruh.
Albay Kopuz ile babacan
kelimesini aynı cümlede kullanınca aklıma Albay Kopuz’un evdeki Halil İbrahim
halleri geliyor. Tek başına yemek yediği, kahvesini yudumlarken eşi ve kızının
fotoğrafına dalıp, Kağan’a hak vermesi… O sert bakışlarının altında öyle
yumuşak bir yer var ki… Anladığım o ki bugüne kadar hiç kimse o yumuşak yeri
görmemiş. Görse de dokunamamış. O yumuşak yer, ilerleyen bölümlerde nasır
tutacak mı, birisi gelip oradaki yaraları saracak mı göreceğiz.
Hikayesini yakinen takip ettiğimiz bir diğer isim ise
Bayram.
Yeni gün ile birlikte yeni umutların, yeni amaçların
olması gibi var mı şu dünyada? Bayram’ın hayata tutunma sürecini, yeniden
mesleğe dönmesiyle ailesiyle birlikte başlayacak huzur ve güven ortamını
merakla izliyorum. Tava ile ev sahibi pataklaması hariç. Hahahaha. Aslında
teorik olarak şiddetin her türlüsüne karşıyım. (Karşıyız.) Ama bazı insanlarda
cidden hakkediyor. Kusuruma bakmayın, doğruya doğru. Bence az bile yaptı ama
şimdi Bayram Bayat da üzerinde kamuflaj taşıyor. Askerlik, bankacılık,
avukatlık gibi değil. Bir bankacı, bir avukat işi dışında, çok özel olmadıkça,
çalıştığı kurumu temsil etmez. Yani onlara öyle bir yük vermeyiz. Ama askerlik
öyle değil. Kamuflajla da askersindir, sokakta da evde de, yürüyen merdivende
de, markette de, her yerde işte! Bu sebeple Bayram’ın yaptıklarının ilerle
kendisine ve mesleğine zarar versin istemiyorum. (Bayram sana söylüyorum Kağan
sen de anla.)
Yazı devam ediyor…