Heyecandan içinde kelebekler uçuşan dizi çiftlerini izlemeyi
oldum olası sevmişimdir. Hakan ve Melis de bir aradayken öyle güzel bir enerji
oluşturuyor ki insan izlemeye kıyamıyor. İnce ince, öyle güzel örülüyor ki
aralarındaki ilişki tablo gibi tam karşısındaki duvara asası geliyor insanın.
Hakan’ın vurdumduymazlığı, Melis’in bencilliğiyle
tanışmıştık ilk. Zamanla zaafları törpülenirken kalplerinin içi de ortaya
çıktı. Hakan da Melis de güzel yazılan karakterler. Hatta bence Adı Efsane’nin
en güzel yazılan kısımlarından biri onların ilişkisi.
Hakan’ın Melis’i öptüğü an o kadar güzeldi ki, o kadar olur.
Bayıldım!
Cem Yiğit Üzümoğlu, ilk bölümdeki performansıyla radarıma
girmişti fakat aşık hallerine daha da hayran olduğumu belirtmeliyim. Almila Ada
ise bence dizinin en doğal oynayan oyuncusu. Sanki oynamıyormuş gibi bürünüyor
Melis’e. Aşk ona da çok yakıştı.
Hal böyle olunca Hakan ve Melis’i saatler boyunca
izleyebilirim. Böylesine ince yazılan sahneleri gördükçe karşılaştığım bazı
şeylere üzülmekten kendimi alamıyorum. Zaman zaman karakterlerin
derinleşmemesinden şikayet ediyorum ya hani, şimdi de gereksiz derinliklerden
söz edeceğim. Hikayenin ana karakterleri ve bu ana karakterlere kuvvetle bağlı
yan karakterler gece gibi, gündüz gibi belirginken yan karakterin de yan
karakterinin karakter analizini yapmaya gerek var mı?
Değdi mi Fiko?
Fikret’in annesinin Sibel’i gelin olarak görme isteği ve
Sibel’in annesinin gözünün yükseklerde olup Fikret’i kızına yakıştıramamasından
bahsediyorum elbet. Bu sahneyle Seyfi’nin haftalar boyu süren, seyirciyi
bıktıran meselesinin ne farkı var?
Üzgünüm ama karakter derinleşmesinin dozu yok. Seçil’in
Tarık’a olan saplantılı aşkının kökenine inmeden Sibel’in annesinin gözünün ne
kadar yüksekte olduğunu öğreniyoruz. Ve bölümler geçiyor, odak noktaları
değişiyor; buna rağmen hikaye bağlamında bir arpa boyu yol almıyoruz.
Şahane çatışmalar, şahane sahneler izlemesek müsait bir
yerde inerek yoluma devam ederdim ama tüm bunlar yazılabilirken, geri kalan
kısımlar da düzelebilir umuduyla koltuğuma tutunuyorum. Fakat Fikret ve
Sibel’in hikayesi bitince Sadık’ın hikayesine girip, hazır ramazan da gelirken
haftalar boyunca dedesi ve ninesiyle sahur sofrasına oturmayacağız değil mi?
Fikret ve Sibel… Hikayelerine gayet güzel bir şekilde
girdiğimiz ama gitgide o keyfin yerini “Yetmedi mi?” nidalarına bıraktığı iki
karakterimiz. Sibel’in Fikret’i sevmemesini anlıyorum ama o kadar olaydan sonra
hala “Ben ne yaptım ya?” tepkisine girmesini anlayamıyorum. Yine aynı şekilde
Fikret’in ısrarla Sibel’in peşinden koşmasını anlıyorum da sağlığını tehlikeye
atmasını anlayamıyorum.
Yazı devam ediyor...