Zaman kimine güler, kimini hayallerinden eder...
Net güzel sahne!
Heyecandan içinde kelebekler uçuşan dizi çiftlerini izlemeyi oldum olası sevmişimdir. Hakan ve Melis de bir aradayken öyle güzel bir enerji oluşturuyor ki insan izlemeye kıyamıyor. İnce ince, öyle güzel örülüyor ki aralarındaki ilişki tablo gibi tam karşısındaki duvara asası geliyor insanın.

Hakan’ın vurdumduymazlığı, Melis’in bencilliğiyle tanışmıştık ilk. Zamanla zaafları törpülenirken kalplerinin içi de ortaya çıktı. Hakan da Melis de güzel yazılan karakterler. Hatta bence Adı Efsane’nin en güzel yazılan kısımlarından biri onların ilişkisi.
Hakan’ın Melis’i öptüğü an o kadar güzeldi ki, o kadar olur. Bayıldım!

Cem Yiğit Üzümoğlu, ilk bölümdeki performansıyla radarıma girmişti fakat aşık hallerine daha da hayran olduğumu belirtmeliyim. Almila Ada ise bence dizinin en doğal oynayan oyuncusu. Sanki oynamıyormuş gibi bürünüyor Melis’e. Aşk ona da çok yakıştı.

Hal böyle olunca Hakan ve Melis’i saatler boyunca izleyebilirim. Böylesine ince yazılan sahneleri gördükçe karşılaştığım bazı şeylere üzülmekten kendimi alamıyorum. Zaman zaman karakterlerin derinleşmemesinden şikayet ediyorum ya hani, şimdi de gereksiz derinliklerden söz edeceğim. Hikayenin ana karakterleri ve bu ana karakterlere kuvvetle bağlı yan karakterler gece gibi, gündüz gibi belirginken yan karakterin de yan karakterinin karakter analizini yapmaya gerek var mı?

Değdi mi Fiko? 

Fikret’in annesinin Sibel’i gelin olarak görme isteği ve Sibel’in annesinin gözünün yükseklerde olup Fikret’i kızına yakıştıramamasından bahsediyorum elbet. Bu sahneyle Seyfi’nin haftalar boyu süren, seyirciyi bıktıran meselesinin ne farkı var?

Üzgünüm ama karakter derinleşmesinin dozu yok. Seçil’in Tarık’a olan saplantılı aşkının kökenine inmeden Sibel’in annesinin gözünün ne kadar yüksekte olduğunu öğreniyoruz. Ve bölümler geçiyor, odak noktaları değişiyor; buna rağmen hikaye bağlamında bir arpa boyu yol almıyoruz.

Şahane çatışmalar, şahane sahneler izlemesek müsait bir yerde inerek yoluma devam ederdim ama tüm bunlar yazılabilirken, geri kalan kısımlar da düzelebilir umuduyla koltuğuma tutunuyorum. Fakat Fikret ve Sibel’in hikayesi bitince Sadık’ın hikayesine girip, hazır ramazan da gelirken haftalar boyunca dedesi ve ninesiyle sahur sofrasına oturmayacağız değil mi?

Fikret ve Sibel… Hikayelerine gayet güzel bir şekilde girdiğimiz ama gitgide o keyfin yerini “Yetmedi mi?” nidalarına bıraktığı iki karakterimiz. Sibel’in Fikret’i sevmemesini anlıyorum ama o kadar olaydan sonra hala “Ben ne yaptım ya?” tepkisine girmesini anlayamıyorum. Yine aynı şekilde Fikret’in ısrarla Sibel’in peşinden koşmasını anlıyorum da sağlığını tehlikeye atmasını anlayamıyorum. 

Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER