Mehmet'i kim,
nerelerde büyütmüş, hamurunu nasıl yoğurmuş gerçekten merak ediyorum.
Çalışanlarıyla arasındaki her türlü hiyerarşiyi ortadan kaldıran ilişki biçimi,
insanları tek tek selamlaması, hepsini tanıması, onlarla ilgilenmesi onu çok
özel kılan detaylar. Sevgisiz bir baba ve onun kuklası bir anne ile böyle bir
insana dönüşmek zor. Sevgisini hiç kimseden esirgememiş bir dadıları oldu
sanıyorum. Zira Elif de bir o kadar sevgi dolu ve sevgiye hasret…
Mehmet Yaren'le bir başka
ilgileniyor gibi, ama bunu da alışık olduğumuz kadın-erkek ilişkisi
kalıplarında yapmıyor, onu korumaya, kollamaya değil, onu tanımaya çalışıyor;
müdahale etmeden, kural koymadan ve hatta Yaren'in kafasındaki kalıpları da
yıkmaya çalışarak yapıyor bunu, neyi yıkacağını bile bilmeden. "Güzelliğinle
barış, kadın olmak utanılacak bir şey değildir" sözünü en çok bu
sebeple sevdim.
Mehmet'i tanıdıkça
Yaren ile Mehmet'in hikâyelerini daha çok benzetiyorum birbirine, zira
babaların çocuklarına olan tavırları da birbirine çok benziyor. Oğuz'un
"ben her şeyi ailem için yaptım" lafıyla Halil'in "ben her şeyi
namusum için yaptım" ezberi arasında bir fark yok. Her ikisi de inandığı
bir şey uğruna başta çocukları olmak üzere herkesi kırıp döküyor, hayatları
karartıyor; başta kendileri olmak üzere hiç kimseye sevgi gösteremiyorlar.

Yaren de Mehmet'i
tanıdıkça, onu izledikçe, onu dinledikçe düşündüğünden bambaşka bir adamla
karşı karşıya olduğunu fark ediyor. Bu da zamanla, onu gördüklerine değil
yaşadıklarına güvenen, deneyimleriyle öğrenen bir kadına dönüştürecek diye
umuyorum. Çünkü Yaren şu an babasının çizdiği sınırlar içinde kalarak yaşamaya,
onları doğru kabul etmeye odaklı bir hayat sürüyor. Makyajlı yüzünü aynada
gördüğündeki ifade bize çok şey anlatıyor. Ve çok şükür ki o ifadeyi hatasız
yansıtan bir oyuncuya emanet Yaren karakteri. Karakterin her duygu durumunu
bize tereddütsüz gösteren Zeynep Çamcı'yı tebrik ederim.
Mehmet ise Yaren'in
içindeki, Yaren'in kendisinin bile tanımadığı güçlü kadını görüyor. Benim
anladığım, Mehmet'in Yaren üzerindeki etkisi o güçlü kadını herkesçe görünür
kılmak olacak ve kendisi de ondan güç alacak. Yaren, Derya için girdi bu oyuna,
Mehmet'in yanında olmaya çalışması da hep bir ipucu yakalayabilmek uğruna.
Fakat Yaren'in aklındakileri bilmeyen biri, Yaren'in Mehmet'i kendisine âşık
etmeye çalıştığını düşünebilir. Bir sıcak bir soğuk davranıp kafa
karıştırmalar, sudan sebeplerle kendini Mehmet'in yanında bulmalar, gizemli
cümleler kurmalar hep bu etkiyi bırakıyor Mehmet'in üzerinde. Bize de bu sessiz atışmayı
keyifle izlemek düşüyor.

Mehmet Melisa'dan
kurtulmak istemese de Yaren'e doğru çekilmekte olduğunun farkına varacaktı bir
noktada. Karşısına ilk çıkan kişi Yaren değil bir başkası olsaydı onu da öper
miydi bilemiyorum şu an, ama hem hikâyemiz hem de Mehmet-Yaren ilişkisi açısından
bu zoraki öpücüğün oldukça işlevsel olduğunu kabul etmek zorundayız. Melisa
hakkında ise söylenecek çok şey yok. Bir yerli dizi klişesi olarak esas oğlanın
aslında sevmediği zengin, anlayışsız, gurursuz kadın…
Halil ve Oğuz'un ilk
olarak nerede ve nasıl karşılaşacağını çok merak ediyordum; zira Emre Kınay ve
Haluk Bilginer'i bir arada görecektik. Karşılaşma, benim beklediğimden çok
başka bir zamanda ve çok başka bir şekilde gerçekleşti, üstelik henüz yalnızca selamlaştılar
ama birbirlerine bakışları, vücut dilleri, tepkileri öyle çok şey anlattı ki.
Halil'in sıkıntılı hali, çaresiz oturuşu, Oğuz'un gözlerinden taşan kibir…
Onlarca satıra bedel birkaç saniye.
İletişim
Fakültesinde sinema üzerine derslerimizden birinde hocamız şöyle demişti:
"Senaryo filmi anlatmasın, film kendini anlatsın." Sözcüklerle
anlatmak yerine göstermek gerçekten zor iş, ama kadroda böyle oyuncular varken
bu zorlukla mücadele etmek çok daha kolay. İşte, şikayet ettiğim, anlam
veremediğim onca şey varken Kara Yazı'yı
ısrarla izliyor olma sebebim de bu…
Ve bu karşılaşmanın
devamını da merakla bekliyorum…