Sofralar demişken… Bayram Bey’in oğullarıyla oturduğu sofraların
tadının her seferinde damağımda kalmasına ne demeli? Ahmet Mümtaz Taylan, çok
büyük oyuncu, çok… O nasıl güzel sarhoş olup, nasıl güzel sarılmak evladına? Ve
Birkan Sokullu… Ne güzel bakmak babana; sevgiyle ve hatta kendi geleceğini görerek.
Bayram babacım, Cevher Tekstil'i kurup seri üretime geçelim. Şirketin başına da Kerim'i getirirsin artık ne anlamlı olur.
Kerim Cevher, olgunlaştıkça babasına benziyor. Ne kadar
korksam da bir gün Bayram Bey’e bir şey olursa evi çekip çeviren de Kerim
olacak, Hüseyin değil.
Melekcim sana bir atılacaklar listesi versem onları da atar mısın?
Hüseyin’in Melek’le kangren olmuş ilişkisinden fena halde
sıkıldığım için mahkeme salonuna gitmeyi dört gözle bekliyorum. Melek, at
Hüseyin’i at; buruştur, at! Ama elin değmişken kafandaki paravanaları da at.
Madem kıyafetlerin değişecek, yepyeni bir stil oluşturacaksın o paravanalardan
da kurtul.
Ekran başında 'bööğğrek' değil 'börek' diye kendimi parçalıyordum ki Hülya imdadıma yetişti. :)
Melek’in dördüncü sürümünü şimdilik sevdim, en azından
sadece kendine odaklı ve tabii bir de Bahar’a. Bahar! Sen nasıl güzel bir
bebeksin? Defne Yazar’ın tonlayarak, usul usul oynamasını tüm kalbimle
alkışlıyorum. O nasıl güzel ‘börek’ demek? Mahir ve Kerim’den kahve isteyip,
Hülya’nın tüm itirazlarına rağmen börek diye tutturması dünyanın en minnoş
istekleri olabilir.
Mahir'e uzanan eliniz kopsun!
Dünyanın en nazlı hastalarından biri de kuşkusuz ki
Mahir’dir… Mahir, aynı Bayram Bey değil mi? Bayram bey demişken, keşke o da
Mahir’i ziyaret etseydi ya da en azından arasaydı. Gelenekselliği dillere
destan olmuş Cevher Ailesi’nin bu gibi durumlarda umursamaz kalması pek içime
sinmiyor. Neyse Mahircim, ufak bir hasarla o geceyi atlattı, şükür. Zaten Mahir
Duru olmak, sapasağlam yoluna devam etmektir. Mahir, bizi bırakmaz. Değil mi
canım Mahir?
Mahir’e ve Hüseyin’e karşı yapılan saldırılar Cem’in hain
planlarının bir parçası olarak karşımızdaydılar. Bundan sonrası ise çok daha
tehlikeli. Mehmet ve Kerim’in arabasının altındaki bomba yüreğimizi hop
ettirdi. Başrol oyuncusuna bir şey olmayacağını bilmeme rağmen gerildim, hala
da gerginim. İşte bu net başarıdır.
Filiz’in Mehmet’i isteyerek çağırmayacağını biliyordum, şu
anda tek düşündüğüm Kerim’e bir sinyal verip vermediği. Belki bir kağıt
parçası, belki başka şey. Kerim o bombadan bir şekilde haberdar olmalı ama
nasıl? Şu kısmı tam olarak anlamadan Filiz'in olaydaki yeri ve tutumu hakkında bir yorum yapamayacağım doğrusu.
Naber Cem? Ne zaman gidiyorsun?
İşte böyle ölümsü Cem, yeniden fiziksel olarak da aramıza
katıldı. Hoş geldi diyemeyeceğim, üzgünüm. Recep Güneysu’yu izlemekten zerre
zevk almıyorum. Evet, ilk
bölümlere göre daha iyi ama bu durum heyecanımı yerine getirmeye yetmiyor.
Cem-Hülya-Kerim çatışması şu dönemin en önemli çatışması olacakken bazı
sahnelerde bir şeylerin eksik kalacağını bilmek can sıkıcı. Bir oyuncuyu
izlemekten zevk almıyorsam, üç şeyi sorgularım. Bir senaryo; Cem’in hikayesinin
çatışması güçlü, seyri keyifli, senaryoda keyif kaçıran bir şey yok. İki reji; Cem
Karcı’nın sektördeki en sevdiğim yönetmen olduğunu, Benal Tairi'nin çektiği sahneleri de zevkle izlediğimi düşünürsek bu konuda rejiye
laf edemem. Üç oyuncu; işte sıkıntının ana merkezi! Olmuyor, Recep
Güneysu’yla olmuyor. Hayat Şarkısı sıradan oyunculuklara emanet edilmiş bir iş
olsa bu kadar takılmazdım fakat küçücük bebeklerin bile enfes sahneler
izlettiği bir dizide Cem’i izlemek gerçekten zor geliyor ve üzüyor. Ben yeri göğü inleten bir Kerim-Cem yüzleşmesi izlemek istiyorum ama umudum günden güne kayboluyor. Hüseyin'in Cem'i vurduğu sahne geliyor aklıma, umudum iyice kırılıyor.

Mahİp ya da İpMah olur mu dersiniz?
Bunun yanında hikayemize katıldığı için mutlu olduğum bir kişi de var. Tabii ki Melisa Sözen! Ne
kadar da yakışmış İpek karakteri ona. İtici,
sinir bozucu ama seyri pek keyifli.
İpek, Hülya’nın Hazer’le ilgilenmediğini gördükçe safını
değiştirip Hülya ile yakınlaşır mı çok merak ediyorum. Nihayetinde kanlı
bıçaklı iki eltiden Eltispor’a uzanmış durumdayız, neden Kreşspor da olmasın
ki?
Hazercim biliyor musun bizimkiler hala birbirlerine deli gibi aşıklar.
Ve Hazer’e gelecek olursam… Hazer istediği kadar
Hülya’nın bir hazine olduğunu vurgulasın, istediği kadar Hülya’ya yürümesin,
koşsun; kalp kimin için atıyorsa hazineye ulaşacak olan kişi de odur. Ve burada
yine, yeniden deniz metaforunun devreye girmesi iyidir, hoştur. Denizler
durulmaz dalgalanmadan… Hülya ve Kerim de dalgalanıyor hala ama durgun sulara
ulaşma vakti yakın… Hülya da bunu dile getirdiğine göre.

Kalbimi sizinle bıraktım...
Yazıyı bitirmeden biraz da Birkan Sokullu'dan bahsedeceğim. Kerim Cevher gibi zor bir karakteri gözle görülmeyecek kadar küçük engebelerine varana kadar muazzam bir şekilde canlandıran Birkan Sokullu'dan... Kerim, Hülya kadar çetrefilli, hemen hemen her sahnesi yüksek perdeden oynanacak bir karakter değil. Jest ve mimiklerle duyguyu vermesi lazım ki karakterle bağ kurabilelim. Bakışıyla, gülüşüyle, her sahneye öyle dozunda yaklaşıyor ki. Hele bir de sahneye inanmışsa tadından yenmiyor o sahne! Cem'le yüzleştiği, Cem'i ve Bahar'ı öğrendiği bölüm ise tüm bunların dışında kalıyor. Elimden gelse o bölümü unuturdum. Sayesinde Kerim'in duyguları, hissettirdikleri kalbime işledi. Burcu Biricik'le kusursuz uyumlarını da düşününce ister kavga etsinler, ister öpüşsünler, ister sadece otursunlar bir köşede. Her türlü şahaneler!
Sır
tutmaya çalışırken patlamasına ramak kalan Hatice Hala’sı, tatlı tatlı
flörtleşen Atıf ve Nilay’ı, ilk öpücükte Hatice Hala’ya yakalanan Bade ve
Arda’sıyla 44. bölümü de geride bırakmış olduk. Emeği geçen tüm Hayat Şarkısı
ekibinin emeklerine sağlık, nicelerine...