Geçen hafta dilediğim hiçbir şeyin gerçek olmadığı bir bölümü yorumlamak nasıl zor keşke anlatabilsem Poyraz Karayelci. Özellikle ekranın sağ üstünden adeta bir Adil Topal kahkahası atan ‘Son iki’ uyarısı ile birlikte bunu yapmak daha da zor. Kalbi kırıyor hem de fena halde.
Final kararı ne zaman alındı, ekibin bundan ne zaman haberi oldu, hikayeyi bitirebilmek adına alınan kararlar değişti mi "Olaylar bir an önce çözüme kavuşsun diye kim bilir ne kadar kafa patlattılar?" soruları aklımda. Bolca hem de. Seksen bir hafta boyunca da isyan etmeden, kıymetini bile bile izliyor, "Bir dizi bazen asla sadece bir dizi olmayabilir" cümlesine inanarak naçizane hissettiklerimi yazıyorum. Ancak finalin getirdiği gerginlikten midir yoksa fırsat bu fırsat bir daha şansım olmaz heyecanımdan mıdır bilinmez, bu hafta size çokça laflar hazırladım ve bunları madde madde yazarak içimi dökmeyi planlıyorum.
Eyy Bahri Baba! Sen ki mekanda helva dağıtarak öldüreceğin adama son bir güzellik yapmış, evlatları için kendini feda etmiş, Nevra’ya bile diz çöktürmüş, "Racon nedir, babalık nasıl yapılır?" isimli kitapları raf raf dizmişsin. Peki ya ey senaristler! İki bölümde bir karakteri değiştirilen Savaş tarafından öldürülmek, Bahri Umman'a yakıştı mı? Üstelik yakılarak.. Daha önce dile getirdim mi bilmiyorum ancak Bahri Baba'nın hikayenin doğru yerinde güzel ama epey güzel bir şekilde ölmesini istiyordum. (Evet, ölmenin de güzeli olur, evet ben büyük bir çoğunluğun aksine böyle olayları seven bir izleyiciyim) Bahri Baba bize adaleti, hak yememesi ve ağırlığı ile tanıtıldı. Ölmesinden ziyade bu şekilde öldürülmesi bana fazla zalimce geldi. En azından farklı bir şekilde, daha etkileyici bir sahne ile veda edebilirdik kendisine. Zira bıçaklandıktan sonra bir de alevler içinde kalmasına rağmen yeterince duygulanamadım, "Bahri Babaaa" diye göz yaşlarımı silmedim. Kim bilir belki olayı geç anlayabilen ve arabası ile kapıyı kırmak yerine o küçücük delikten bakmakla yetinen Ayşegül yüzündendir bu hissizliğim. Sadrettin, “Bir şey oldu!” çıkışın ve korkun yine yerindeydi, seviliyorsun.

"Böyle mi olacaktı sonumuz?" vol.1
Şimdi biz Bahri Baba için öldü der, yasını tutmaya başlarız ancak öldürmeyen senaristin öldürmediği de çok iyi biliyoruz. Bu noktadan sonra yine varsayımlar üzerinden hareket edeceğim. Şayet Bahri Baba öldü ise bu ölüm şekli ona yakışmadı. Ölümün de hayırlısına, şanına yaraşırlığına inanırım. Çünkü neden inanmayayım? Bahri'nin bıçaklanma sahnesi ne sezon başında Poyraz ile ilk karşılaşmalarında olduğu gibi etkiledi ne de duygulandırdı. Üstüne üstlük onun merhametine yakışmayacak kadar çaresiz bırakılması bana biraz dokundu da. Belki de inanmak istememişimdir belki de o nedenle kendimi bu kadar bırakmamışımdır. Gelelim ikinci ihtimale.. Eğer Bahri Baba kurtulmayı başardıysa daha fena.. Zira "Bunları göreceğime ölseydim" dedirtecek gelişmeler izleyeceğiz, hissediyorum.
Size hazırladığım bir araba dolusu lafın en sinir bozucu olanları ise Fatih ile ilgili. Ani değişimi ile saplantılı bir aşık olarak yoluna devam eden Fatih her sahnede daha da itici hale geliyor. Açık konuşmak gerekirse, Sadrettin ve Songül’e biçilen muhtemel mutsuz bir sonun yeni yetme Fatih yüzünden olması, insana sinirden koltuk tırmalatacak kadar sinir bozucu. Zaten bizim bildiğimiz Songül, şimdiye kadar Fatih' belasından kurtulur başka bir şeytanlığa yelken açardı ancak final düğümlerinin çözüldüğü bu haftalarda onun da payına Fatih tarafından kaçırılmak düştü.
"İyi" dedik, "hoş" dedik, "Bu ekip daha önce neden yoktu?" diye isyan bile ettik ancak tam zamanında gelmişler de haberimiz yokmuş. Zira eğer bu çılgın ekip daha önce bir araya gelmiş ve tüm belalardan bir şekilde, şans eseri kurtulmuş olsaydı bu kadar toleranslı olacağımızı zannetmiyorum. Uçurumun kenarındaki ekibimizi tek başına kurtaran Bahri Baba'ya her seferinde bu kadar şükran duymayabilir, "Ya onca adamı tek başına mı alt etti şimdi?" diye isyan bile edebilirdik. İyi ki final hüznüne kapılmış duygusal seyircileriz, sonra mazallah isyan dahi edebilirdik!
Bin bir umutla hayatımıza bomba gibi giren Çınar ise zaten etkisini kaybetmeye başlamıştı. "Ben gidiciyim" mesajını çoktan aldığımız Çınar Nevra'yı ele vermeden gitti belki ancak annesine yakalanmaktan daha acı vererek gitti. Yaptıklarının cezasını, "her şeyi yapma nedenim" dediği oğlu ile çeken Nevra' nın sonu da fazlası ile hak edilmişti. Bu noktadan sonra eskisi gibi hırsla dolmayacağını ve belki de aklını kaybetmiş şekilde yaşayacağını ya da yaşayamayacağını bilmek bünyelere soğuk su ferahlığı bıraktı.
Bu hikayeye dair en büyük keşke'lerimin sahibi ise Eda oldu. Poyraz Karayel ruhuna yakışan karakterine daha neler yazılırdı biz de neler izlerdik neler..Kızını bulmaya çalışan anne rolün yerine çok daha heyecanlı sahnelerde izleyebilirdik ukdesi içimde kaldı. Yine de izlerken aldığım keyif için binlerce teşekkür etmem gerekir diye düşünüyorum.
Finale bir kaldık.Her bir karakterini ayrı ayrı özleyeceğim canım Poyrazcım Karayel. Zülfikar’dan Albay’a, Sadrettin’den Eda’ya her bir ismi tek tek özleyeceğim. Böyle mırıl mırıl söylenmeme rağmen, bayıla bayıla izlemeyi de özleyeceğim. Yazıya hangi fotoğrafı kessem acaba diye düşünmeyi de özleyeceğim, fragman çıktı mı diye sayfayı yenilemeyi de.. Kısaca sadece özleyeceğim, bu kadar basit. Sağ üst köşede gözümüze sokulan minik hatırlatıcı en çok da bu yüzden canımı sıkıyor işte. Zülfo’cum ben de bilmiyorum bu kadar hatıra ile ne yapılır? Açar açar izleriz herhalde. Eminim ilk çarşamba en zoru olur ancak sonra buna da alışırız. Arada gülümseyerek hatırlarız. Elimize Oğuz Atay aldığımızda bir ‘aah’ çeker, seni yaad eder, "Ne diziydi be" deriz. Yani seni pek güzel hatırlarız Poyrazcım Karayel, merak etme. Neticede ‘bitme’ eylemi yalnızca güzel hatırlandığında anlam kazanıyor.. Öyle idi değil mi?
Finalde “Selamun kavlen.. Bela okumayın” diyen Ranini gibi sizi bekliyor olacağım, sevgi ile.