Tam da “Yaşadığın
şeyin güzelliğini anladığın zaman, o an hep geride kalmıştır.”
cümlesi ile haşır neşir olduğum günlerde önüme düşüverdi,
“Poyraz Karayel, final yapıyor” haberleri. Hayatımda duyduğum
en şaşırtıcı haber değildi elbette, ancak yine de canımı
sıktı. Böyle günümün kötü geçmesine neden olacak kadar değil
de uzun zamandır özlediğim şeyleri hatırlatacak kadar sıktı
diyeyim, siz anlayın. Efsane olmasını sağlayan birinci sezon,
‘Olsun, gönül bağımız var.’ diye diye kendini izlettiren
ikinci sezonun ardından tam ‘Oh, eski tadına kavuştu.’ diyorduk
ki, kursağımızda kaldı. Güzelliğini ve kıymetini doğru
zamanlarda bildiğimi hissettiren gönül rahatlığı ve finalin
korkutan ellerinden biraz kaçarak yazmaya çalıştım bu yazıyı.
Fakat beyhude bir çaba olarak kaldı gibi görünüyor. Çünkü
atılan bu kadar düğüm, ‘Neler çıkacak?’ merakı uyandıran
bunca konu, yarım kalacak korkusu bana engel oluyor. Hele sağ üstte
gözümüze gözümüze sokulan son 3 yazısı neydi öyle.. Neyse,
öldürmeyen acı güçlendirirdi. En iyi sen bilirsin, öyle değil
mi Poyraz Karayelci? Final virajını döndüğümüz sekseninci
bölüm, sakin ve keyifliydi. Bende bıraktıkları ise şöyle..
Birbirleri ile bu
kadar uyumlu ve bir o kadar da uyumsuz Manyaklar Beşli’si neden bu
kadar geç geldi sorusunu sormuştuk değil mi? Olsun sormak ayıp
değil, cevap almamak ayıp... Yuvarlak masalarında eğlenceli
toplantılar yapan çetemiz elbette birçok şeyi hesaba katmıyor
ve sonunda bir şekilde topun ağzına geliyorlar. Birazdan
öleceklerini bildikleri halde bu kadar komik ve goygoycu olmaları
manyaklığa mı dahil yoksa, son dakikaların insanı Eda’ya olan
güvenlerinden mi, karar veremiyorum. Ancak izlerken inanılmaz keyif
alıyorum -sanırım en çok bu anları özleyeceğim. Girişimi tek tek
bitirmek gibi çılgınca bir fikre kapılan Poyraz ve çetesi bu
işte fena da gitmiyorlardı. Anca kaderin cilvesi, senaristlerin çılgın kalemleri sağ olsun bu iş bu
kadar sorunsuz da gitmemeliydi. Finalde izlediğimiz durumdan nasıl
kurtulacaklar, inanılmaz merak ediyorum. Ama pek bir
rahatım. Biliyorsunuz öldürmeyen senarist öldürmüyor. Görünmezlik pelerine bile razıyım, yeter ki beni sağlam bir
nedenle inandırsınlar..
Dedim ya, en büyük
endişem konuların yetişmesi, aceleye getirilerek yarım kalması...
Aslında daha önce de olayların ve karakterlerin ani değişimlerini
izlediğimiz twistler karşımıza çıkmış, “Neler oluyor yahu.”
dedirtmişti. Ancak hiçbiri bana dün gece izlediğimiz Fatih kadar
itici ve zorlama gelmemişti. Üç sezondur sınıfın kayrılan
öğrencisi Songül’ü izliyoruz. Sonunda en azından kendisinin de
içinde bulunduğu mutlu bir aile tablosu hayal etmiyorum fakat
Fatih’in bir haftada değişen saplantılı aşık tavırları ve
çevireceği muhtemel entrikalar da inandırıcı gelmiyor. İtiraf
edeyim ki, bunca zaman sonra bir parça olsun mutluluğu tadan
Songül’ün belasını Fatih’den bulmasını da istemiyorum.
DİKKAT "Ben bu adamları tanımıyorum" çıkabilir!
Ayşegül ve Poyraz
mutlu, biz mutlu. Yetişkin bir Poyraz Karayelci olarak, nedense
bunun fırtına öncesi sessizlik olduğunu düşünüyorum. Pembe
pencereli ev hayali, Poyraz ve Ayşegül’e yakışmayacak, siz de
kendinize itiraf edin. Şimdi ise, son düzlükteler. (Hoş Poyraz’ın
kahrolasıca ‘işleri kendi bildiği yöntemlerle bitirme’ huyu
olmasaydı her şey çok farklı olacaktı ama, neyse..) Ben de Sinan
gibi verilen subliminali aldım. Evlenip evlenmemelerini de çok
önemsemiyorum açıkçası. Çünkü bu, “Evlendiler, sonsuza dek
mutlu yaşadılar.” diye biten masallardan değil, olmamalı. Üç
sezondur bu kadar badire atlatan, sık sık arabesk damarımızı
yoklayan Poyraz ve Ayşegül aşkını sevdik. Sevdik çünkü,
gerçek olamayacak kadar güzelken bir o kadar da gerçekti. Ve
hayal edip düşünemeyeceğim kadar efsanevi bir son bekliyorum.
Bir diğer bahtsız
çiftimiz, Meltem ve Zülfikar cephesi için romantik bir bekleyişim
yok. Meltem’in aniden her şeyi hatırlayacağını ya da kendisini
böylesine bir aşkla seven Zülfikar’ın kollarına koşacağını
elbette beklemiyordum. Bu noktada efsane ikiliyi, seyircileri
oyalayacak ve sonu mutlu bitecek bir aşk hikayesinden çok, sevginin
emek olduğunu hatırlatan bir alt mesaj olarak görmek istiyorum.
Meltem’in “Dur, gitme.” demesi, Zülfo’yu denemek için küçük
oyunlara girmesi de bana mesajı doğru anladığımı hissettiriyor.
Gelelim, karanlık
işlere... Meşhur sihirli değnek şimdi de Savaş’ı mı
iyileştirecek derken, Nevra’nın küçük dokunuşları ile keyfim
yine yerine geldi. Bahri’nin iki özlü sözü ile hayata bakış
açısını değiştiren Savaş’ı izlemek hiç keyifli
olmayacaktı. Kaostan beslenen biz izleyiciyim, bana kaos verin!
Zafer’in intikamını almaktan vazgeçmeyeceğini de kapıdaki sert
bakışlarından anladık. İnanması zor ama, ciddi ciddi birinci
sezondaki Zafer’in soğuk yenen intikam yemeği ile Poyraz Karayel
yolculuğumuzu noktalayacağız. Şanına yaraşır olacağına
inanıyorum, tüm kalbimle.
Zaman geçer, hayat
hızlanır. “Daha dün ne yediğimi hatırlamıyorum.” dedirtecek
kadar hızlanır hem de. Gün gelir, “asla” dediğiniz şeyler
için heves ettiğiniz bile olur. İşte böyle bir dünyada, seksen
bölüm boyunca her hafta kalplere fısıldamak, mucize gibi bir şey.
İşte tam da bu nedenle, Poyraz Karayel efsanesi, ‘Bir mucize
olsun’un ta kendisidir... Emek veren herkese şimdiden sonsuz
teşekkürlerle. Sinir bozucu ‘son 2 bölüm’ yazısı olmayan
bir bölümde görüşmek üzere.
Not, “Şampiyonluk
yakın, meşaleleri yakın!” çağrınızı aldık, seviliyorsunuz.