Ayşegül
ve Poyraz’ın oyununun “oyun” olduğunu, yeni bölümü izlemeden, bir önceki
bölümden iki gün sonra çıkan fragmanla anlamamızın ardından, zaten bölüme dair
çok umutlu değildim sevgili Karayelciler. Açık açık söyleyeyim şimdiden de
sonra vay efendim duymadık olmasın. Bölümü ortalamanın altında buldum ve yazı
yazmak bir süre içimden gelmedi hiç. Kusuruma bakmayın.
İster
istemez bu son anda öğrendiğimiz yahut aslında son anda öğrenmemiz gereken
fakat fragmanın profesyonellik dışılığı dolayısıyla zamanından epey önce
farkına vardığımız durumu eski Poyraz
Karayel’le karşılaştıracağım. Çünkü 21. Bölümü hatırlasanıza yahu, Sema
öldü mü diye bir hafta bekleyip en ufak şüphe dahi duymamıştık. Yani daha
doğrusu, iki ihtimal de o kadar olasıydı ki her şekilde şaşıracaktık. Aynı
şekilde ilk sezonda pek çok defa gördüğümüz bu twist’ler, öyle ya da böyle, çok
daha etkileyici ve inandırıcıydı be Karayelciler. Sitem etmiyorum bakın,
senaryonun tutarsızlığıyla ya da üçüncü sezonun getirmek durumunda kaldığı yeni
düzenle ilgili değil eleştirilerim. Düpedüz, bir olayın geçiştirilmesiydi bu
hafta izlediğimiz. İşin içinden en hızlı ve en çabuk nasıl çıkarızdı. Bu twist
o kadar önemsiz bir ayrıntı ve o kadar tahmin edilebilir ki bölümü merak etmenize
fırsat bile vermeden fragmanda her şeyi gözünüze sokmaktan utanmıyoruzdu.
Ayşegül’ün
son anda kamerayı görüp Poyraz’la ettiği bir iki cümlelik sohbetle yarattıkları
bir oyun olmamasını bekliyordum bu şantaj teşebbüsüne karşılık yapılanın. En
azından üçünün bir arada birkaç dakika konuştuklarını hayal etmiştim, zira o
şekilde daha inandırıcı olacaktı her şey. Önemsiz bir ayrıntı belki ama, her
şey son bulduktan sonra Ayşegül’ün ‘Hani öpüşmeyecektiniz?’ diye bir laf etmesi
hikâyeye yabancılaştırdı beni birkaç saniyeliğine. Yahu o kadar bile konuşmadınız
ki siz, ne ara plan yaptınız öyle? Ya da Çınar’ın Ayşegül’ü eve çağıracağını
nasıl tahmin edebildiniz mesela? Bu kadar kısa sürede ve kolayca çözüme
ulaşmanız sadece şanstı bana sorarsanız. Bilemiyorum Altanlar, çok mu
abartıyorum? Daha fazla uzatmayıp toparlayayım o halde. Bu twist’in tahmin
edilebilirliğinden tamamen bağımsız olarak, oyunun çok ucuzca kurgulandığını ve
planın beni tatmin etmeyecek kadar basit olduğunu vurgulamak istiyorum. Ne
yazık ki etkilenmemize yol açacak hiç aralık bırakılmamış.
Mafya kızlığı 101.
İyi
tarafından bakmak gerekirse, Ayşegül bu gereksiz ve can sıkıcı evlilikten
kurtulmuş oldu. Çınar boşanmayı kabul etti. Klişelerin dibine vurularak gerçekleşen
kaçırılma olayını saymazsak Ayşegül ve Poyraz cephesinde bir ayrılık yok. Meltem’in
aşırı melankolik hali ve intihara meyilli psikolojisinin bir anda silinmesiyle
Zülfikar-Meltem cephesini beklenmedik şekilde absürt komediye dönmüş halde
bulmamız bizi afallatmış olsa da Meltem’in hayatta kalışına sorgusuzca
sevindik. Bu da bir başka iyi haber derken çiçeği burnunda kötümüz Çınar’ı
intikam ateşiyle kavrulmaya devam ederken gördük. Meltem’in akıbetini tahmin
edemiyorum açıkçası ama merak etmekten de korkuyorum. Umarım bir an önce
çözülür bu mesele de.
Bu
kadar eleştiriden sonra bölümün en sevdiğim kısmından bahsetmek istiyorum
biraz. Savaş Biryol’un asla Zafer Biryol kadar gizemli ve soğuk bir karakter
olamayacağını düşünsem dahi karakterin sunuluş şeklini takdir ediyorum. Savaş’ı
pekâlâ kontrolsüzce Zafer’e benzetilmeye çalışılırken izleyebilirdik ve bu
durum büyük olasılıkla izleyici tarafından yadırganırdı. Bizim için şu sıralar
tam olarak açığa çıkmamış bir karakter Savaş ama iyice kapalı kutu da değil. Bu
dengenin iyi sağlandığına inanıyorum. Özellikle kahvaltı sahnesi gerek estetik
açıdan gerekse karakter derinliği ve izleyici beklentisi açısından güzel oturtulmuştu.
Zira Zafer’i ve tuhaflığını çok özleyen bizler, Savaş’tan da özenti olmayan ama
bize Zafer’i izlerken hissettiklerimizi hatırlatacak farklılıklar arıyorduk. Kahvaltıda
çiğ yumurta içen Savaş, elinde sütüyle dolaşan Zafer kadar heyecan verici
olacak mı, göreceğiz.