Yeni evlenen çiftler için genellikle aile olmaktan çok
karı- koca ifadelerini kullanılır. Karı kocanın bir çocuğu olduğu zaman tam
manasıyla aile oldukları söylenir. Temelde hepimizin de algısı bu yöndedir; çekirdek
aile dediğimiz şey en az üç kişiden oluşur. Bunun içine anne babaları,
kuzenleri, halaları, dayıları ve bilumum akrabaları kattığımız zaman körüklü
doktor çantası gibi genişler de genişler. Yani aile dediğimiz kavram aslında
tek bir kişiden oluşmaz fakat, bazen de tek bir kişi bünyesinde o kadar çok
kişiyi barındırır ki, koca bir aileye bedel olur.
Tek kişilik dev orkestra Defne de işte tam olarak bu
bahsettiğim kişi oluyor. İçindeki bin bir insan ve binbir renkle Ömer’in
gözünde koca bir aileye bedel. Hem tatlı hem arıza, hem zarif hem afacan. Bazen
bir anne gibi, kabuslarla uyanan Ömer’i şarkılar söyleyerek şefkatle uyutuyor
yeniden. Keyfi yerindeyken, yaramaz kız çocuğu gibi marketten sevinçle lolipop
alıp arabaya atıveriyor yahut zevkle çilekli süt içiyor. Korktuğundaysa yine
çocuğu gibi koşturup Ömer’in göğüs kafesindeki yuvasına sokuluyor. Kimi zaman
gerçek bir aşık olarak sevgilisinin üstüne yürüyüp, içindeki “The Kadın”ı
seriyor ortalığa korkusuzca. Kuzeni gibi oturup pişti oynayabiliyor, hatta ve
hatta dayısıymış gibi futbol maçı izleyebiliyor. Defne o kadar çok yönlü ve çok
renkli bir kadın ki, Ömer “Çok
şanslıyım ben, senin gibi bir ailem olduğu için...” demekte çok haklı. “Seninle
bir aile kuracağım için şanslıyım.” diye geleceğe dönük konuşmuyor Ömer, çünkü
salt Defne, zaten hâlihazırda onun kalabalık ailesi aslında. Belki de çoğumuzun
ailesinden bile daha kalabalık… Zamanında telefonda Defne’ye “Ailem falan yok benim, bir tek sana
ihtiyacım var.” diyen adamın, artık ailesinin Defne olduğunu hissetmesi ne
kadar da güzel değil mi?
"Çayımın şekeri, gitarımın teli,
Yazımın sıcağı, kışımın ocağı
Denizimin sesi, melodimin esi
Her şeyimsin sen!
Ana, baba, bacı, acımın ilacı
Evimin huzuru, aşkımın muzuru
Bilgimin kusuru, sular gibi duru
Her şeyimsin sen!"*
Ver usta ver, bizim "hanımın" canı tatlı çekti.
Ömer’in annesiyle yaptıklarını dinlemekten, Defne gibi ben
de büyük mutluluk duyuyorum, çünkü bu tür ritüelleri önemserim. Kumral Ada Mavi Tuna kitabını okuyanlar
için Baylan Pastanesi ve kup griye tatlısının anlamı büyükken, şimdi bir de
monte bianco eklendi bu anlamlara. Sıradan bir ağacın bile bir ruhu olduğuna
göre, Ömer İplikçi’nin de bir ruhu var ve ona bu ruhu üfleyen de Emine İplikçi.
Karşımızdaki Sinyor İplikçi, annesinin ona kattıklarıyla yoğrulmuş bir adam.
(Ahmet Bey iskele babasıydı muhtemelen.) Şimdi de Ömer’in yanında annesinin iz
düşümlerini taşıyan; onun gibi çorbasına limon sıkan, zarifçe dans eden,
yumuşak kalpli, nazik Defnesi var. Tek Defne ona haydi haydi yeter.
Ancak işin daha da güzel tarafı, koskocaman, gün geçtikçe
daha da derinlere kök salan Defne ağacının yanında bir minik filiz boy vermek
üzere. Doğanın döngüsü hep yeniden başlamak üzerine kurulu. Bu kadar çok
başlangıç olunca da, yeni başlayanlar bizim önceki varlığımızı bilsin diye
ardımızda bizden izler bırakmak, “Ben bu dünyada var oldum.” demek istiyoruz. Sanatçı
olanlar bunu eserleriyle yapıyor, kimisi bilim dünyasına bir katkı sağlayarak ölümsüz oluyor.
Bizim gibi sıradan insanlar için de bunun yolu çocuk sahibi olmaktan geçiyor.
Belki de Defne’nin, “
Bu adamın 10 tane çocuğu olsa
dünya kurtulur.” tespitini duyduğumuzdan
beri bunun hayalini kuruyoruz. Tabii kimse bize bu hayallerin gerçekleşeceğine
dair senet imzalayıp vermedi. Dolayısıyla ben ortalıkta minik minik İplikçilerin
dolaşmasını çok istiyor olsam da, bu gerçekleşmeseydi bile kızmazdım. Benim
için el ele dünyayı dolaşmak için yola koyulan Defne ve Ömer de şahane bir
final olurdu. Ama tabii ki Ömer’in kucağına sonsuz yakışan, minik kızıl bebeği
görünce çok duygulandım. Neticede yengeç burcuyum! Hele ki o tatlış rüyanın
yakın bir zamanda gerçeğe dönüşeceğinin müjdesini, bir minik baş sallamasıyla
alınca gözlerim doldu. Malum bizdeki herkes evliya gibidir, gördüğü rüyalar
mutlaka çıkar. Defne ve Ömer gözlerimizin önünde büyüdüler resmen ve ben de
onları tüm anaç hislerimle izlediğim için, onların çocuklarını da
torunummuşçasına bağrıma basarım. O yüzden bu konuda Neriman’ı çok iyi
anlıyorum.
Yazı devam ediyor...