Kabul edelim ki, sevgilisine atılan “tatlım”lı, “o gece”li
bir mesaj her Türk kızının kafasını bulandırır. Hatta Ömer’in sırrı konusunda
meraktan içi içini yese de, haftalardır “Tamam sormayacağım, peki sormuyorum.” diye
sessizliğini koruyan akıllı fare Defne iyi bile dayandı ama sonuçta biraz da
hormonların etkisiyle basıp gitti. Gitti de gene kedinin yuvasına sığındı.
(Yoksa koca ayının inine mi demeliydim?) Defne’yi bugüne kadar yönlendiren hep
kalbi oldu, bu da aklından çok kalbinin bir seçimiydi. Orası Ömer’e iyi gelen,
düşünüp kafasını toparladığı gizli mabedi. Kalp kendini sevenin huyuna
çektiğine göre, Defne de düşünüp durulmak için elbette ki oraya gidecekti.
Defne Ömer’e ait çünkü. Normalde böyle malik olma ifadelerini sevmem, fakat
Ömer Defne’yi mülkiyeti gibi değil, içi olarak seviyor ve bunun inceliğini her
hareketiyle sunuyor ona. Defne’nin kalbi de Ömer’in olduğuna göre, Ömer’in “Defne
bana emanet değil, bana ait.” tespitine yürekten katılıyorum. İnsanın içi zaten kendisine aittir. Bu arada "Senden başka birini sevme ihtimalim yok benim." itirafını da, "Sen olmasaydın Fikret'le olurdum."un rövanşı olarak aldım cebime koydum.
Yalnız o dağ evinde bir sorun var sanırım. Çünkü ne zaman
oraya gitsek kurguda bir kopukluk, bir acele etme hali, bir koşa koşa geçme
durumu hasıl oluyor. Yahut oranın kirası saat başına ödendiği için işi bir an
önce bitirmek istiyorlar, bilemiyorum. Ömer’in sırrının böyle bir şey
çıkacağını aşağı yukarı tahmin ediyorduk zaten. Yine de Defne’yle hep bir
ağızdan “Bu muydu anlatamadığın şey?” dedik. Hoş, o gece Roma’yı uzaylılar
basmış, hatta Ömer incelenmek üzere Mars’a kaçırılmış olsaydı bile, büyük bir
şaşkınlık yaşamazdım. Ömer durumu hallettikten sonra artık hiç merak
etmiyordum. Eda’ya da geçmiş olsun, Viyana’daki sanat hayatında başarılar
dilerim.
Mutlu aile tablosu
Bu bölümde kurulan en güzel ailelerden biri de Seda, Sinan
ve Lara’dan oluşan çekirdek ailedir. Atçılık oynayacak tipi olan, minnoş baba
enerjisine sahip Sinan’ın Lara’yla iletişimi zaten başından beri çok güzeldi.
Şimdi annesine duyduğu aşkla Lara’nın onun hayatındaki önemi daha da arttı. Seda’nın
bu ilişkideki tereddütleri de hep çok gerçekçi, hep çok insaniydi bana kalırsa.
Başından kötü bir evlilik geçmiş bir insan olarak yoğurdu üfleyerek yemesi
makul olandı. Herkes sevdiğine koşulsuz şartsız teslim olamıyor ki. Hele de
öncesinde yaşanan kötü tecrübeleri varsa. Defne ve Ömer bile, onca masalsılığın
içinde, gerçek hayattaki soru işaretlerini, kararsızlıkları, korkuları
yaşadılar. Seda ve Sinan gibi yüzü gerçek hayata daha bir dönük çiftin de
bunları yaşamasını anlayabiliyorum. Ama aşk sayesindeki dönüşümlerin en bir
güzelini de Seda yaşıyor işte. Daha özgür, kendine daha güvenli, arkası daha
sağlam bir kadın oluyor. Lara da huzur içinde, mükellef kahvaltı sofralarıyla,
kendi küçük dertlerine kulak veren Sinan Abisi, mutlu annesi ve kardeşi Koray
ile prensesler gibi büyüyecek. Sinan girdikleri bu iddiayı söyleseydi Seda
çocuk konusunu yeniden gözden geçirebilirdi ama neyse artık. Bu arada Koray’ı
Seda doğuracak değil mi? Aksini kaldırabileceğimi sanmıyorum.
Ne yalan söyleyeyim, İso- Ayşegül aşkı başından beri ilgimi
çekmiyor. Hikayenin en bahtsız bedevisi, aşk konusunda en bahtı karası İso’nun
mutluluğu yakalamasını çok istiyorum elbette. Fakat Ayşegül’le bir doku
uyuşmazlığı oldu bence. Ama tabii ki giderayak İso’yu mutlu etmeden olmaz ve
onun mutluluğu da, artık bekar olan, yepyeni bir başlangıçla tanıştığı
Ayşegül’den geçiyor. Bundan sonra artık hayat ona lallaralla… Hem böylece ağır
çekimde mahalle turlamaları da son bulur belki. Kerem Fırtına da öyle iyi bir
oyuncu ki, hiç ilgimi çekmeyen Ayşegül ve İso aşkının bile üzüntüsünü ve yeni
doğan kavuşma ihtimalinin sevincini hissettirebiliyor bana.
Aslında bir aile olabilmek için kan bağından çok gönül bağı
olmalı insanların arasında. Çünkü o gönül bağını var eden şey, o ilişkiye sarf
edilen emektir, içten gelen sevgidir. Mesela Sadri Usta’yı Ömer’in ailesi
dışında tutabilir miyiz? Aile dediğimiz bizim sığınağımızdır. Duygusal anlamda
zenginleştiğimiz saadet bankamız, yeri geldiğinde yaralarımızın sarıldığı
şefkat hastanemizdir. Ne mutlu ki Ömer tüm bunları içinde barındıran koskocaman
bir aileye sahip. Üstelik daha da genişleyerek, çoğalarak, güçlenerek devam
edecekler. Biz olmasak bile...
*Ayna, Çayımın şekeri