Görünüşüme bakıp da sen beni İrlandalı sanma! Türk kızıyım ben, kıskanmak, trip atmak genlerimde var!
Kabul edelim ki, sevgilisine atılan “tatlım”lı, “o gece”li bir mesaj her Türk kızının kafasını bulandırır. Hatta Ömer’in sırrı konusunda meraktan içi içini yese de, haftalardır “Tamam sormayacağım, peki sormuyorum.” diye sessizliğini koruyan akıllı fare Defne iyi bile dayandı ama sonuçta biraz da hormonların etkisiyle basıp gitti. Gitti de gene kedinin yuvasına sığındı. (Yoksa koca ayının inine mi demeliydim?) Defne’yi bugüne kadar yönlendiren hep kalbi oldu, bu da aklından çok kalbinin bir seçimiydi. Orası Ömer’e iyi gelen, düşünüp kafasını toparladığı gizli mabedi. Kalp kendini sevenin huyuna çektiğine göre, Defne de düşünüp durulmak için elbette ki oraya gidecekti. Defne Ömer’e ait çünkü. Normalde böyle malik olma ifadelerini sevmem, fakat Ömer Defne’yi mülkiyeti gibi değil, içi olarak seviyor ve bunun inceliğini her hareketiyle sunuyor ona. Defne’nin kalbi de Ömer’in olduğuna göre, Ömer’in “Defne bana emanet değil, bana ait.” tespitine yürekten katılıyorum. İnsanın içi zaten kendisine aittir. Bu arada "Senden başka birini sevme ihtimalim yok benim." itirafını da, "Sen olmasaydın Fikret'le olurdum."un rövanşı olarak aldım cebime koydum.

Yalnız o dağ evinde bir sorun var sanırım. Çünkü ne zaman oraya gitsek kurguda bir kopukluk, bir acele etme hali, bir koşa koşa geçme durumu hasıl oluyor. Yahut oranın kirası saat başına ödendiği için işi bir an önce bitirmek istiyorlar, bilemiyorum. Ömer’in sırrının böyle bir şey çıkacağını aşağı yukarı tahmin ediyorduk zaten. Yine de Defne’yle hep bir ağızdan “Bu muydu anlatamadığın şey?” dedik. Hoş, o gece Roma’yı uzaylılar basmış, hatta Ömer incelenmek üzere Mars’a kaçırılmış olsaydı bile, büyük bir şaşkınlık yaşamazdım. Ömer durumu hallettikten sonra artık hiç merak etmiyordum. Eda’ya da geçmiş olsun, Viyana’daki sanat hayatında başarılar dilerim.


Mutlu aile tablosu

Bu bölümde kurulan en güzel ailelerden biri de Seda, Sinan ve Lara’dan oluşan çekirdek ailedir. Atçılık oynayacak tipi olan, minnoş baba enerjisine sahip Sinan’ın Lara’yla iletişimi zaten başından beri çok güzeldi. Şimdi annesine duyduğu aşkla Lara’nın onun hayatındaki önemi daha da arttı. Seda’nın bu ilişkideki tereddütleri de hep çok gerçekçi, hep çok insaniydi bana kalırsa. Başından kötü bir evlilik geçmiş bir insan olarak yoğurdu üfleyerek yemesi makul olandı. Herkes sevdiğine koşulsuz şartsız teslim olamıyor ki. Hele de öncesinde yaşanan kötü tecrübeleri varsa. Defne ve Ömer bile, onca masalsılığın içinde, gerçek hayattaki soru işaretlerini, kararsızlıkları, korkuları yaşadılar. Seda ve Sinan gibi yüzü gerçek hayata daha bir dönük çiftin de bunları yaşamasını anlayabiliyorum. Ama aşk sayesindeki dönüşümlerin en bir güzelini de Seda yaşıyor işte. Daha özgür, kendine daha güvenli, arkası daha sağlam bir kadın oluyor. Lara da huzur içinde, mükellef kahvaltı sofralarıyla, kendi küçük dertlerine kulak veren Sinan Abisi, mutlu annesi ve kardeşi Koray ile prensesler gibi büyüyecek. Sinan girdikleri bu iddiayı söyleseydi Seda çocuk konusunu yeniden gözden geçirebilirdi ama neyse artık. Bu arada Koray’ı Seda doğuracak değil mi? Aksini kaldırabileceğimi sanmıyorum.

Ne yalan söyleyeyim, İso- Ayşegül aşkı başından beri ilgimi çekmiyor. Hikayenin en bahtsız bedevisi, aşk konusunda en bahtı karası İso’nun mutluluğu yakalamasını çok istiyorum elbette. Fakat Ayşegül’le bir doku uyuşmazlığı oldu bence. Ama tabii ki giderayak İso’yu mutlu etmeden olmaz ve onun mutluluğu da, artık bekar olan, yepyeni bir başlangıçla tanıştığı Ayşegül’den geçiyor. Bundan sonra artık hayat ona lallaralla… Hem böylece ağır çekimde mahalle turlamaları da son bulur belki. Kerem Fırtına da öyle iyi bir oyuncu ki, hiç ilgimi çekmeyen Ayşegül ve İso aşkının bile üzüntüsünü ve yeni doğan kavuşma ihtimalinin sevincini hissettirebiliyor bana.

Aslında bir aile olabilmek için kan bağından çok gönül bağı olmalı insanların arasında. Çünkü o gönül bağını var eden şey, o ilişkiye sarf edilen emektir, içten gelen sevgidir. Mesela Sadri Usta’yı Ömer’in ailesi dışında tutabilir miyiz? Aile dediğimiz bizim sığınağımızdır. Duygusal anlamda zenginleştiğimiz saadet bankamız, yeri geldiğinde yaralarımızın sarıldığı şefkat hastanemizdir. Ne mutlu ki Ömer tüm bunları içinde barındıran koskocaman bir aileye sahip. Üstelik daha da genişleyerek, çoğalarak, güçlenerek devam edecekler. Biz olmasak bile...

*Ayna, Çayımın şekeri
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER