Neriman başından beri etrafındaki kişilerin hayatlarına
karışan, onları manipüle etmekten, yönlendirmekten zevk alan bir kadındı. Her
ailede vardır böyle, kötü niyetli olmasa da her işe burnunu sokan, bununla
yaşam enerjisi dolan tipler. Biz Neriman’ın bu yönünü daha çok kiralık aşk
konusunda Defne’yi köşeye sıkıştırırken gördüğümüz için pek zevk almadık. Çünkü
karşı cephede yer aldığı zaman zorlu bir rakip oluyor. Ancak müttefikimiz
olduğu zaman da insan kendini daha bir güçlü hissediyor. O yüzden zaman zaman,
keskin zekasını ve ilişkiler konusundaki taktiklerini bizim lehimize kullanır,
Defne’ye daha sıcak yaklaşır diye umut ettiğim olmuştu. Çok nadir görsek de
Neriman’ın anne şefkatini, Defne’ye bu samimiyetle yaklaşımını seviyorum.
Aradaki sorunlar halledilip, artık bir aile olma safhasına geçildikten sonra,
kendi ailesinden de ayrı düşmüş bir Defne’nin, bir büyük olarak Neriman
tarafından sevgi ve ilgiyle sarmalanması doğrusu içimi ısıtıyor. Defne’yle
Ömer, Sinan’ın ailesini kuruşuna tanık olurlarken kendileri de “fark etmeden” daha büyük bir aile oluyor ve Neriman da dolu dolu gözleriyle onları kucaklıyor.
Kindar bir insan değilim. Daha doğrusu unutkan bir insan
olduğum için, kin duymam gereken mevzuları çabuk unuturum. O yüzden iki
bölümdür gördüğüm Neriman da bana eski ve Defne üzerinde baskı kuran Neriman’ı
unutturdu. Hem tüm acıları çeken Ömer de, Defne de onu affetmiş, ben neden kin
tutayım? Üstelik dediğim gibi, bizim tarafta olunca izlemesi de zevkli oluyor.
Ömer ve Defne birlikte olduğu sürece (Yani sonsuza kadar. ^^) etrafındakilerin
hayatına karışmayı seven bu kadın, onlara da karışacak. Evlilik teklifine de,
çocuğa da maydanoz olacak. Seda ve Sinan’ın son gerilimlerine de el attı
mesela. Çünkü huyu bu ve işin güzel tarafı; artık bu karışmaların hiçbirinde
bir kötü niyet yok. Üstelik kadın bir şey biliyor da konuşuyor şekerim! Bir
bakışta, Defne’nin cilt yapısından, gözbebeğinden gebelik testi yaptı ve haklı
çıktı.
Aslında mutlu ve evliliğe doğru giden çoğu çift çocuk sahibi
olmanın hayalini kurar. Defne ve Ömer de üç kişi olmaktan sık sık
bahsediyorlardı. Ama hep bilinmez bir geleceğe dair konuşuyorlardı, ihtimaller
hep belirsiz bir tarihe yönelikti. Fakat Defne birdenbire bu ihtimali kucağında
bulunca, yani iş ciddiye binince bir an korktu, yüzleşmeyi geciktirdikçe gerçek
olma ihtimalini azalttığını düşündü. Çünkü boru değil bu, dünyaya bir canlı
getirmekten bahsediyoruz. Aslında bir canlıyı dünyaya getirmek çok kolay, esas
zor olan onu doğru bir şekilde yetiştirebilmek. Bebekler öyle uzaktan agucuk
gugucuk yaparak büyümüyor, Seda’nın anlattığı her ayrıntı gerçek. Aklı başında
her insan da bunu becerebilir miyim diye bir korkar, buna hazır mıyım diye
kendini sorgular. Çünkü Defne’nin de dediği gibi; doğurup doğurup, sonra “Ay
ben artık böyle bir hayat istemiyorum.” deyip vazgeçmek, kedi yavrusu gibi
kapıya koymak olmaz. Bu arada, Ömer’in birlikte onca güzel anısı olmasına rağmen nedense
travmasını bir türlü atlatamadığı annesinin yanı sıra, Defne’nin adını dahi
bilmediğimiz annesinin kendilerini terk etmesine dair yaşadığı travmanın da bu
şekilde, konudan saparak da olsa satır aralarında verilmesini seviyorum.

Defne'yi serbest bıraktım, dönerse benimdir. Hayırlısıysa, nasip, kısmet...
Böyle bir tereddüdün olduğunu hiç zannetmiyorum ama sen yine
de “Ömer acaba babalığa hazır mı?” filan diye hiç düşünme Defnecim. Öylesine
hazır ki; sana sarıldığı zaman gazını çıkarırcasına sırtına pat pat
vuruyor. Daha bebek gelmeden, bütün gece beşik sallamışçasına bir yorgunluk
çökmüş üstüne, gözlerini açık tutamıyor, kelimeler yorgunluktan ağzının içinde
yuvarlanıyor. Yoksa o yorgun hali, Defne evden “basıp gitmişken” bütün gece
onun yokluğunda perişan olmuş olmasından mı kaynaklanıyordu? Çünkü daha halı
saha maçına giderken bile özleyeceğini söylediği Defnesinin, maçtan döndüğünde
evde olmadığını ve hatta bütün gece de eve gelmediğini düşünürsek zor bir gece
geçirmiş olması gerekiyordu!
Defne’nin daha önceki gidişlerinde olduğu gibi terk edildim
paniği yaşamaması, Defne’ye bir şey mi oldu telaşına düşmemesini anlıyorum. Bu
durum ilişkilerinin olgunlaşmış haliyle de uyumlu. Ama insan sevgilisi eve gece
gelmediğinde, nerede diye biraz daha merak eder. Hele de gidişine neden olan
olayı çözmüş ve Defne’nin aklından geçen ihtimalleri tahmin etmişken… Fiziksel
olarak Defne’nin başına bir şey gelmemiştir, en kötü ihtimalle bir otele
gitmiştir diye düşünülmesi çok olası. Fakat fiziksel bir zarar görmediğinden
emin olsa bile ruhen yaralı ve incinmiş olan sevgilisinin içinde bulunduğu ruh
halini düşünüp üzülürdü benim bildiğim Ömer. Bu kadar sakin bir şekilde oturup
uslu uslu akıl yürütmezdi. Normalde Defne’nin ruh halini düşündüğünde Ömer’in
canı da en az onun kadar yanardı ve biz bunu bir bakışından hissederdik. Tıpkı
kendisi Roma’ya gittikten sonra Defne’nin yaşadıklarına dair Sadri Usta’dan “Defne’nin burada ne halde kaldığını bilmek
istemezsin, için kaldırmaz baş edemezsin.” cümlesini duyduğundaki gibi…
Yazı devam ediyor...