Mesela Fehime Hanım şu sıralar bunu başarıyor ve uzun süre
itici bulduğum bu kadına Nihan gibi sarılma isteği doğuruyor bende de. Özür
borcunu ödemek için Nihan’a gitmesi içime çok dokundu. Sanırım hayatta
taşıdığımız ve bizi en çok yoran yük, vicdanımızın yükü. Vicdan rahat olduktan
sonra diğerleri kolay. Dediğim gibi hepimiz hata yapıyoruz. Ama yaptığımızın
bir hata olduğunu anladığımız zaman, olgunlukla bunu kabullenip üstüne gerekli
kişilerden özür dilemeyi hepimiz beceremiyoruz. “Ben yuva sandım, meğer senin kapanınmış.” diyerek Nihan’a hakkını
teslim eden Fehime Hanım bunu başardı işte.
Aslında bir durup düşünmesi lazımdı. Bu kız Emir Kozcuoğlu
gibi zengin ve güçlü bir adamla evliyken, bu özelliklere sahip olmayan Kemal’le
neden bir ilişki yaşasın? Buna aşktan başka nasıl bir sebep olabilir? Nihan,
bir yandan evliliğini sürdürüp diğer yandan da sırf heyecan olsun diye aşk
yaşayıp Kemal’in de hayatını bile isteye karartacak kadar kötü bir kadın mı?
Öyle olsa Kemal gibi aklı başında, zeki bir adam, onu yıllarca böyle hiç
eksilmeyen, aksine günden güne artan bir aşkla sever miydi? Fehime, bunları hiç
düşünmeden Nihan’ı ısrarla veto etmişti. Ancak nihayet gerçeği anladı.
Fehime’nin sahiciliğine ve sıcaklığına inanan Nihan da, daha
birkaç saat önce yaşadığı büyük gerilim nedeniyle bir tutunma ihtiyacı, bir
sıcaklık hissederek ona sarıldı. Nihan’ın Fehime Hanım’a içten sarılışı kadar, Fehime Hanım’ın da Deniz’e
sarılışı çok duygulandırdı beni. “Babaannesinin
güzeli, canımın içi…” Kemal onun canıysa, Deniz de canının içi işte. Ben demiştim, damla damla kalbine dolmaya başlayan Deniz artık taşıyor oradan, tüm hücrelerine dek yayılıyor.
"Ama dön desem, seviyorum seni gel desem?"
Ayhan’ın her hafta başka bir yönünü görmeyi, hikayesinin
yaprak yaprak açılmasını izlemeyi çok seviyorum. Leyla’nın soyadını ilk
duyduğunda Acemzadelerle bir derdi olduğu belliydi, lakin epey bir süre üstüne
düşülmeyince soyadına verdiği tepki sadece Leyla’nın zengin oluşu ve
aralarındaki sosyal statü farkından mı kaynaklanıyor diye düşünmüştüm. Meğerse
yakmışlar Ayhan’ın gençliğini. “Benim
gibi bir garibana kim inanır ki? (…) İnsanların bana neden sorgu sual etmeden
suçlu gibi baktıklarını ben de anlayamadım.” derken titreyen sesi beni
derinden etkiledi. İnsanlar suçlu doğmazlar ama suça yönlendirilirler temalı,
kriminolojiye giriş 101 tadındaki sahne ile Ayhan’ı bir kez daha sevdim.
“Ön yargıları parçalamak atomu parçalamaktan daha zordur.”
demiş Albert Einstein. Demediyse bile, dese güzel olurdu, çünkü çok doğru bir
önerme. Neden olumlu önyargılar yerine hemen olumsuz önyargılara sarılmayı
seçiyoruz ki? Bir ilişkiye, kafadaki sabit ve olumsuz değerlerle başlayınca,
karşımızdaki insana büyük haksızlık olmuyor mu? Leyla da bu haksızlığı yaptı
işte. Hapishaneden tanıştığı için zaten kafasında az buçuk mimli olan Ayhan’ın
bir de babasını soyduğunu öğrenince ilk baştan kırdı kalemi. Belki çoğumuz aynı
şeyi yapardık, o yüzden suçlayamıyorum Leyla’yı. Üstelik ilişkileri de çok
tazeydi. Neyse ki Leyla sağduyulu bir insan, işin peşine düştü, hatasını anladı
ve Ayhan’ı dinlemeyi seçti. Ayhan da onu affetmeyi seçecektir.
Sanırım artık Ozan’ın cinayeti dışında saklanan önemli bir
sır kalmadı. Gerçi şimdi çok da emin olamadım, sırlar dünyasından hallice
olduğumuz için. Ama Kemal’in önünün ilk defa bu kadar açık olduğundan eminim. Hatta
bir noktada elini kolunu illa ki bağlayan Nihan’ı bile yolun kenarına alabilir
bir süreliğine. Esas bundan sonra neler yapacaklarını çok merak ediyorum.
*Teoman, Uçurtmalar