Ah aşk! Dalgalı bir denizde çırpınmak gibi...
AYAKTA ALKIŞLIYORUM!
Bir hafta boyunca Hülya'yı Melisa'yla aldattığı konusunda kesin sözler söylenen Kerim, Hülya’yı aldatmamıştı. Yine bir hafta boyunca anlamadan dinlemeden Hülya'ya bağırdığı söylenen Kerim de anlamadan dinlemeden bağırmamış, nihayet bunu da izledik. 45 saniyelik fragmanlarla bölümü anlayamayacağımızı da bir kez daha görmüş olduk ama sanırım yine görmemezlikten gelinecek. Bir hafta boyunca Kerim'e yüklenip, HülKer'in bittiği söylenerek Hayat Şarkısı ekibi diziyi mahvetmekle suçlanacak. Kendi çocukları olarak büyüttükleri, ekmek kapıları dizilerini mahvetmekle, evet.

İyi tasarlanmış bir hikayenin başlangıç noktası belirlendiğinde dönüm noktaları, finale gidildiğinde bulunulacak nokta da az çok bellidir. Yolda birtakım değişiklikler yapılır, bazı olaylar erken ya da geç çözülür, bazı karakterlerle erken vedalaşılır, yeri gelir hikayeye yeni karakterler girer. Hepsi ekibin insiyatifindedir. Tutarsızlıklar, mantık hataları, özensizlikler yoksa bu değişiklikler hikayenin içinde akar gider zaten. Önemli olan en başından ya da yolda verilen kararları hassas bir şekilde aktarabilmektir. Seyirci bazen bu değişikliklerden hoşnut olmaz, hatta bazen diziyi izlemeyi de bırakır. Nihayetinde ekranda birçok alternatif varken ilk bölümden son bölüme aynı seyirci sayısıyla devam edilemeyeceği de tüm ekiplerce bilinen bir şeydir.

Gitti porselenler... 

Hayat Şarkısı’nın dönüm noktası hatta yapı taşı denilebilecek olaylarından biri de kuşkusuz ki Bahar’ın Hülya ve Cem’in kızı olması. İlk bölümde ekran başına oturan seyirci bir süre kafasında acabaları biriktirerek izlemeye devam etse de Bahar’ın Hülya’nın öldü sandığı bebeği olduğunu biliyordu. HülKer aşkı ilerledikçe bu meselenin aralarında büyük bir bombaya dönüşeceğini bildiği gibi. Şahsen beni en çok heyecanlandıran konulardan biriydi bu. Durum böyleyken Cem ve Bahar meselesinin oldu bittiye getirilip kapatılmasını beklemek oldukça ütopik.

Hikayenin temelini oluşturan bir mevzu bir anda kapatılıp mutlu mesut günlere adım atılacaksa drama izlemenin ne anlamı kalır? “Hülya mutlu olsun!” Tabii Hülya da mutlu olsun. Hülya’nın mutlu olmasını ben de istiyorum. Ama Hülya anca finalde mutlu olmalı.

İzlediğimiz hikaye Hülya’nın hayatının şarkısıysa ve Hülya’nın şarkısı sadece eğlenceli notalarla beslenecekse ben neden Hülya’nın dramını seyretmek için ekran başına geçeyim? Hülya ve Kerim, çatışmalar, kırılmalar yaşamayacaksa ben neden HülKer için heyecanlanayım? Sadece mutlu bir aşk ve çok ufak esintiler izlemek isteseydim ekranda yer bulan romantik komedilerden biriyle yarenlik ederdim zaten.

Bak bak bak, nereye gidiyor bunlar Hülya?

Beni bu hikayede heyecanlandıran en önemli şey Hülya’nın sürekli düşmesi ve düştükten sonraki adımını attığında daha yükseğe ulaşması. Mahinur Ergun ve ekibi gelecek bölümler için neler planlıyor bilemiyorum ama ben içinde bulunduğum yangından memnunum.

Çünkü yanmak zorundayım. Drama seyircisi olmak bunu gerektirir. Yanmazsam, sadece mutluluğa odaklanırsam ne keyif alabilirim izlediğimden...

Hayat Şarkısı, 36. bölümü geride bıraktı. Bugüne kadar bölümlerden, karakterlerden uzun uzun konuştuk. Bugün biraz değişiklik yapıp içimi dökmek istedim, biraz daha dökeyim.

Ne demek rap yapmaya karar verdin baba?

36 hafta içinde pırıl pırıl, başından sonuna şahane bölümler de izledik, birtakım eksiklikleri olan bölümler de. Bu da normal zaten, kim işinde kusursuz ki? Fakat 36 bölümü geride bırakan yolculuğumuzda ‘ders niteliğinde’ birçok şey gördük. 36 bölümlük bir hikayede "Dizi tasarımı nasıl yapılır?" diye düşünebileceğimiz birçok etmenle karşı karşıya kaldık.

Neler gördüğüme gelecek olursam... Senaryo matematiğinin nasıl olduğunu, karakter tutarlılığının nasıl sağlandığını, yönetmenin nasıl ‘çekmemiş gibi’ yapabildiğini, oyuncunun ‘oynamamış gibi’ yapabildiğini gördüm. İlk bölümde izlediğim Kerim’in 36. bölümde verdiği tepkiye ışık tutabildiğini gördüm. Küçük Hülya’nın gözlerinde gördüğüm endişenin 36.bölümde de yetişkin Hülya'nın gözlerinde olduğunu gördüm. Çok şey gördüm, çok şey izledim ve bugün ekran başından öyle bir ruh haliyle ayrıldım ki; bu yazıyı bir sonuca bağlamam gerekmese sabaha kadar yazarım…

Memocum tatile mi gidiyorsun sen babacım?

Mahinur Ergun… Taşa replik yazsa, taş dile gelir. İyi ki bu şarkıyı onun kelimeleriyle dinliyoruz. Kulaklarımızdan kelimeleri hiç eksik olmasın...

Cem Karcı… Gözümü kırpmadan, sonsuza kadar rejisini izleyebilirim. Öyle naif, öyle eşsiz. Muhteşem, daha ne diyeyim…

Burcu Biricik… Hülya’nın binbir tonunu, acısını, kederini, aşkını, hüznünü, her şeyini ondan izlemek büyük şans. Burcu Biricik, su gibi. İyi ki...

Birkan Sokullu… Bir karakterin dönüşümü anca bu kadar güzel anlatılabilirdi. Karakter oyunculuğunun zirvesi, muazzam bir performansla Kerim’i izletmek. İyi ki…

Düğme, tutun annene kuzum... 


Düğme, babana kızma kuzum o da böyle olsun istemezdi, kızma.

Ve tüm Hayat Şarkısı ekibi. Hepiniz çıldırmışsınız. Ama iyi ki çıldırmışsınız. Böylesi bir bölüm izlettiğiniz için ne kadar teşekkür etsem az. Tebrikler, yine çıtayı arşa diktiniz! Yarın, haftaya ya da öbür haftaya reyting listesinde sıralamamız nasıl olur bilinmez fakat bildiğim tek bir şey var. Kalbimin zirvesi hep sizin, 2016’da başıma gelen en güzel şeylerden birisiniz. İyi ki varsınız!

Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER