Birkaç sene önce bir “Secret” modası vardı. Buna göre biz ne
istersek, evren de bize onu veriyordu. Dolayısıyla doğru şeyleri istemek gerekiyordu.
Secret, evren vs. diye dolanan biri hiç olmadım ama temelde şuna da inanıyorum; biri
için kötülüğü isteyince veya kötülüğü çağırınca dönüp dolaşıp insanı buluyor bir
şekilde. O yüzden yekten konuya giriyorum. Kemal’in de dediği gibi artık
ayrılıkları çağırma Nihan! Gözünü seveyim çağırma. 50 bölümlük hukukumuz
hatırına çağırma, çok rica ediyorum! Zira ben çok usandım.
Kemal ve Nihan’ın devamlı birbirlerine doğru koşma azim ve
çabasını, onlar kendi içlerinde bu kadar çabalarken, kavuşamamalarının dış
etkenlerden kaynaklanmasını seviyorum. Kavuşamamalarından sadistçe bir zevk
almıyorum elbette ama henüz kavuşamayacaklarını biliyoruz ve bu durumun
birbirlerinden kaçmaları sonucu olmasındansa, başkalarının onları ayırmaları
sebebiyle gerçekleşmesini tercih ederim. Ki maşallah bizim dizide bundan bol
bir şey yok. Bu yüzden, Nihan da Kemal de birbirlerini sevdiklerini ve ayrı
kalma mecburiyetlerini biliyorlarken, rica ediyorum artık Nihan “Olmaz, uzak
durmalıyız, başkalarını üzemeyiz.” falan diyerek Kemal’i kendinden
uzaklaştırmaya çalışmasın. Bu bahanelerle ayrı tutma çabası artık aralarındaki
ilişkiye ucuz melodram havası katmaya başladı. İnşallah bu son uzak durma
çabası, Nihan'ın son kaçışıdır. Ayrıca evren, bir Ümit Yaşar Oğuzcan değil, dediğinin tersini
anlasın, gelme deyişini gel çağrısı olarak algılasın. Söylediğinin tam tersini
yapmaz; sen evrene gelme dersin o da gelmez. Sonra öylece kalakalırsın!

Aşk sarhoşu...
“Sen bu
ayrılıklar için mi yaratıldın söyle
Bu zehir zemberek kederler için mi
Bak bütün orkestralar sustu
Bütün ışıkları söndü dünyanın
Korkma
Haydi uzat ellerini
Geçmiş yılları yeniden yaşayalım bir bir
Bak dinle
Bir seslenen var uzaklardan
Bak dinle
Kader kapıyı çalıyor
Gelme diyorsun
Gelme diyorsun
Bu gel demektir.”
Şair bu şiiri Kemal ve Nihan’ı izledikten sonra yazmış
deseler inanırım. Bu derece yerini bulan bu şiiri Kemal’e okutmayı kim akıl
ettiyse helal olsun. Zaten bu şiirler,
şiir gibi replikler bu aşkı, “sevda”ya dönüştürüyor. Her iki kelime de aynı
anlamda kullanılsa da bence sevdanın aşka göre biraz daha buruk bir tadı, biraz daha
arabeske dönük notaları var. Her ilişkinin dokusu farklıdır ve kimisini sevda
diye adlandıramam. Ucu yakılmış bir kağıt hissi veriyor sevda dediklerim.
Hafiften kararmış, biraz yarım bırakılmış ve kesif bir yanık kokusuna haiz… Gel
sen bu sevdanın kıymetini bil Nihan. Kemal’in bir amaç uğruna Asu’yla
evlendiğini bilmene rağmen “Geceyi onunla geçirip, sabahları onunla
uyanacaksın.” derken gözlerin dolu dolu, sesin boğuktu. Başkalarının canı
yanmasın diye diye kendi canını yakıyorsun. Sahi, Emir’den intikam alma hedefi
dışında sizi tutan ne? Siz bir araya gelince kim üzülecek, kimin canı yanacak? Artık
mutlulukları çağır, kavuşmayı çağır! Elbet bir gün gelecekler.
Çünkü artık karşımızda sınırsız bir Kemal var. Nihan’ın
haftalar önce, hiç beklenmedik bir anda yaktığı umut ışığına inançla tutunuyor,
minicik bir mum alevini koca bir meşaleye dönüştürüyor. “
Eskiden sınırlara inanırdım. Ama şimdi kalbime inanıyorum. Onun sınırı
sensin.” Ben bu sınırsız ve fütursuz yeni Kemal’i eskisinden daha çok
sevdim. Eskiden daha bir doğrucu Davut vardı karşımızda; adalete, etik
kurallara daha çok inanan, hatta bu kurallar sebebiyle kendini fazlasıyla
frenleyen. Sezon başında intikamı konusunda kurallarını tamamen kaldırmaya
çalıştığında o halini de hiç sevmemiştim malum. Ama aşk konusunda kurallarını
biraz daha esneten, Nihan’dan başka bir şeyi umursamadan hareket eden Kemal’in
beni heyecanlandırdığını da söylemeliyim. Durumun dikkat çekiciliğini
umursamadan Nihan’ın peşinden asansöre binmesi sonra onu takip edip çıktıkları
çatıda hiçbir şeyi ve hiç kimseyi umursamadan Nihan’la yakınlaşması güzeldi. O
yakınlaşmaya katılan bir doz yasak aşk hissi ve kaçamak heyecanı da çok hoşuma
gitti doğrusu, taze bir tattı.
Yazı devam ediyor.