Kemal’in Deniz’le bağ kurmasını ve onun kendi kızı olduğunu
öğrenmesini en başından beri hevesle bekliyorum. Çünkü
Kemal’in Deniz’e bir güzel bakışı, onu kucağına alışı bile içimi
sıcacık yapmaya yetiyor. Kendi çocuğu olduğunu bilmemesine, hatta can düşmanı
Emir’in çocuğu zannetmesine rağmen onu bu kadar sevmesinin nedenini Nihan çok
güzel açıkladı; hücreleri Deniz’i tanıyor, içi oluk oluk ona akıyor. Fakat
bundan sonrasını kocaman bir farzımuhal parantezi içinde
okuyunuz, durumu bizim bildiğimiz
kadarıyla değil de dışarıdan göründüğü kadarıyla değerlendireceğim.
Deniz, Emir Kozcuoğlu’nun kızı. Emir, Kemal’in bakış açısına
göre bir zorba, bir katil olabilir. Nihan’ı yanında manevi prangalarla tutuyor da
olabilir. Ama tüm bunlar “baba” Emir’in Deniz’e yaklaşımını etkilemez. İyi bir
aşık olmayı becerememiş olsa da, belki de Deniz’e dünyanın en iyi babası
olacak. Kemal’in Nihan’la birlikte olma isteğini anlıyorum ve tabii ki Deniz’i
ondan ayırmayı da düşünmeyecek. Satır aralarında bahsettiği, hep birlikte mutlu
bir hayat kurma isteğiyle bu durumu zaten ifade ediyor. Ama Emir’in arkasından
sarf ettiği “Deniz’i ona bırakmam!” cümlesi, her ne kadar
Nihan’ı mutlu etse de, Kemal’in bildikleri açısından değerlendirdiğimizde yersiz
ve fazla bir çıkış oldu. Sanki kendi kızı olduğunu öğrenmiş gibi sertti bu
cümle, kulağımı tırmaladı. Kemal Deniz’in kendi kızı olduğunu öğrensin, sonra
istediği cümleyi kursun. Fakat buzdağının görünen kısmından bakınca, “Pardon da,
sen kimin çocuğunu kime bırakmıyorsun?” denebilir. Emir bir gün Nihan’dan
vazgeçse bile çocuğundan(!) neden vazgeçsin ki? Nihan’ın hayali Emir’den
kurtulmak tamam, ama ya Deniz babasından(!) kurtulmak istemezse? Nihan Kemal’i
istiyor diye Deniz’in de istemesi şart mı?
“Kemal
ve Nihan alenen haberleşiyorlar, bari Kemal Nihan’ı telefonuna Niyazi filan olarak
kaydetsin.” diye düşünürken Emir’in basit koca takibiyle basılmalarına hem
şaşırdım hem şaşırmadım. Şaşırmadım çünkü; Emir’in son tuzağından kurtulduktan sonra
tedbiri biraz elden bırakmışlardı, bir yerde açık verecekleri belliydi. Şaşırdım
çünkü; o kadar alışmışım ki son dakikalarda bir şekilde yırtmalarına, bu sefer
de aynı şey olacak, kesin Kemal bir prodüksiyon kurmuştur, Nihan başka bir yere
gidecektir diye düşünmüştüm. Bu sefer de ters köşe yapmayarak ters köşe ettiler
beni, iyi mi?
Kemal'e yenilenler kulübü eş başkanları.
Aylardır beklediğim Asu sırrının ortaya
çıkmasından sonra yaşanan yüzleşmeler beni tatmin etti açıkçası. Kemal
arkasından çevrilen bütün dolapları çok güzel saydı. Asu amcası tarafından bir
kurban olarak yetiştirilmiş olabilir ancak, daha sonrasındaki tüm hamleleri
bilinçli tercihlerdi. Kurban olmaktan çıkarak başkalarını kurban etti. O yüzden
acınacak tarafı yok! Olsa da merhamet hücrelerimi kendisine ziyan etmek
istemiyorum. Bu evlilik sayesinde Asu’ya destek vermesinden korktuğum Fehime
Hanım’ın çıkışı ve onu evinden içeri sokmayışı da içimin yağlarını eritti. Hele
Nihan için “Hem özür, hem vicdan borcum var o kıza.” dediğini de duydum ya, daha da
gam yemem. Gitgide sevilesi bir insan oluyor.
Onun karakter evrimi adım adım ve güzel bir
yolda ilerlerken oğlu Tarık asla adam olmuyor. Benim kendisine zerre inancım,
sempatim kalmadı. Şu an Kemal’den nefret etmesi ve Emir’in adamı olması için
makul tek bir neden yok! Örtbas edilen Ozan cinayeti yüzünden mecburen bunu
yapıyorsa da o zaman kardeşine karşı suçluluk hissi ve vicdan azabı duyması
lazım ama ben bunu da hissedemiyorum. Ayrıca Kemal, kendisine onca yalan
söyleyen hatta adam öldüren Tarık’a bile bir inanma payı bırakıyorsa, Zehra'yla olduğunu öğrendiği Zehir’e de sorgusuz sualsiz “Sizin düğününüzü ben
yapacağım!” demeliydi. İnşallah içinde, kendisinden şüphelenilmeyi hiç hak
etmeyen Zehir’e dair en ufak bir kuşku kalmamıştır.
Son sahnede Kemal anında Deniz’le ilgili
çevrilen dolabı çözmemiştir herhalde. Ama işin içinde bir bit yeniği olduğunu
anladığına göre, eline geçen ipucunun peşini bırakmayacaktır. Güzel günler
yakın demek ki. Yani ben güzel ve mutlu günleri çağırayım da, davete
icabet etmezlerse o da onların ayıbı olsun.