Birkaç sene önce, sevdiği adamla evlenip şehir dışına
gitmekten çekinen bir arkadaşımla sohbet ettiğimizi hatırlıyorum. Sokaklarını,
caddelerini bilmediği, hiçbir köşesinde bir anısının bulunmadığı bir şehre, hiç
tanımadığı insanların yanına gitme fikri onu korkutuyordu. Ailesinden ayrılma
fikrine de üzülüyordu. Bense, onu yaşadığı aşkın kıymetini bilmesi ve bunu
sonuna kadar yaşamak için gerekli adımları atması konusunda yüreklendirmiştim. Çünkü esas imkansız aşk diye adlandırmamız gereken şey; sevip de sevilmemek. O
sevginin karşılığı olduktan sonra, devlerle de savaşılır, kuleye kapatılan
sevgili de kurtarılır, çöllere de düşülür. Ama karşılığı yoksa, tüm bunları
yapsan da nafile.
Aşkın mucizevi bir şey olduğuna inanıyorum. Binlerce yıldır
dönen şu dünyada, onlarca ülke, o ülkelerde yaşamış ve yaşayan milyarlarca
insan var. Aşksa iki kişilik. Birbirlerine hiç rastlamayabilirler, birbirlerine
erken gelmiş veya geç kalmış olabilirler, ellerini kollarını bağlayan manevi
durumlar olabilir. Dolayısıyla bunca olasılığın içinde, zaman ve mekan
şartlarını da sağlayarak, sevdiğin kişi tarafından sevilmenin denk düşmesi çok
zor bir ihtimal. O zor ihtimal gerçekleşiyorsa, bu mucize değil de nedir? Ondan
sonra imkansız diye bir şey olmamalı bence, geri kalan her şey mümkün
kılınabilir. Bu uğurda
da o mucizeye sonuna kadar sahip çıkmak gerekir. Sonraları Sabahattin Ali’nin de karşılıklı aşka denk gelmenin
zorluğu konusunda benim gibi düşündüğünü, Raif Efendi’sinin ağzından okuduğumda
çok mutlu olmuştum. “Gözlerim yaşararak
ve sesim titreyerek ona aramızdaki yakınlığı, iki insanın birbirini bulması bu
kadar güç olan bu dünyada bizim böyle manasız sebeplerle ayrılmamızın
imkansızlığını anlatıyordum.”

Hangi yumuşatıcıyı kullanıyorlar acaba?
Tastamam aynı fikirlerimi, bu hafta çok da bayılmadığım
Pamir’in ağzından duyduğumda öylece kalakaldım ekran karşısında. Tıpkı benim
arkadaşıma yaptığım gibi, birbirini bulmanın güçlüğüne rağmen bir araya
gelindiyse eğer, buna sahip çıkmak gerektiğini söyledi Ömer’e. “Bence önemli olan bir arada olmanız. Gerisi
hikaye… Yani iki insanın aynı anda birbirini seviyor olması mucize gibi bir
şey. Olmayınca olmuyor çünkü. Olduğunda da kıymetini bilmek lazım.” Çok laf
ettim Pamir’e; aşkta ve savaşta her şeyi mubah görme omurgasızlığına, etik bazı
durumları göz ardı edebilme tekinsizliğine, kimi zaman elini kirletme
cesaretine. Ama kendince çektiği aşk acısı onu olgunlaştırdı neticede. Öyle ki,
başta Seda olmak üzere herkesin aşk doktoru olacak kıvama geldi. Ve aşka dair
şu bakış açısıyla da giderayak kalbimde özel bir yere yerleşti.
“Üçüncü kişi” olmasından dolayı yer yer Gallo ile
özdeşleştirilmiş olsa da, Gallo giderken arkasından davul zurnayla tezahürat
yapmıştık fakat Pamir, Defne’nin hırkasını bile yanına almadan, sadece kokusunu
içine çekerek gittiğinde üzüldüm doğrusu. Kısa ama tutarlı bir hikayesi oldu.
Etkilendi, bir şansı olabileceğine inandı fakat yanıldı. Yanılgısını ve
yenilgisini de efendice, daha önce vaat ettiğinin aksine çamura bulaşmadan
kabullendi. Karşılıksız aşkını, eğilip bükülmeden taşıyabilen insanlara hep
saygı duymuşumdur. Hangimiz platonik sevmedik ki? O yüzden yolun açık olsun
Pamir, arada Londra’dan kart at bize. Mail de olur.
Ben bağımsız sahnelerden ziyade, hikaye izlemeyi sevdiğim
için, böyle kendi içinde, kendini açıklayan ve tamamlayan bu bölümü çok
sevdim. Bilhassa Pamir’in balık tutma sefası sırasında her birine verdiği akıl,
Defne’nin ailesiyle yaptığı konuşma, üstüne İso’nun onlara söyledikleri, Sadri
Usta’yla konuşmaları ve ocak başı muhabbetleri “Ali topu at!” netliğindeydi,
adrese teslim. Oturup bütün replikleri teker teker yazasım var çünkü büyük haz
aldım hepsinden. Neticede ben bir Koray Sargın değilim, olup da tüm o
konuşmaları anlayamayanlar utansın! Neden bilmiyorum ama sanki Meriç Acemi,
bize kalbini açmış gibi hissettim. Hayata ve aşka dair tüm fikirlerini, güzel
bakış açısını bize aktarıyormuş gibi geldi bu peş peşe gelen şahane tiratlardan
ve Pamir’in gidişindeki olgunluktan sonra. Ama en güzeli de Defne’nin ailesine
anlattığı, “Bir Defne ve Ömer hikayesi” idi.
Yazı devam ediyor.