Muhteşem Yüzyıl Kösem’e bir haller oldu. Hatta genel
olarak Muhteşem Yüzyıl’a bir haller oldu. Bunca yıldır severek takip ettiğim
projeyi 2. sezonunda resmen tanıyamaz oldum. Başarılı oyuncu kadrosu,
birbirinden göz kamaştırıcı kıyafetleri, takıları, setleri, müzikleri yerli
yerinde ama ortadaki şey kesinlikle Muhteşem Yüzyıl değil. Ne ruh olarak, ne de
zihniyet olarak. 3 bölüm geride kaldı ancak sezonun şimdiye kadar ne tadı var,
ne tuzu. Resmen öylesine izleyip geçtiğimiz, işin o kısmı belki bizi çok
ilgilendirmese bile gelen reyting sonuçları yüzünden geleceğine dair her geçen
hafta daha da endişelenip üzüldüğümüz bir yapım haline geldi. Doğru kelime tam
olarak bu. Muhteşem Yüzyıl sevenlerini üzüyor ve en kötüsü artık kemikleşmiş olan
seyirci kitlesini küstürüyor.
Gelinen noktaya üzülmemek elde değil ama diğer yandan son derece de anlaşılır
bir durum. İnanın bu sonuçlarda şaşırılacak hiçbir şey yok. Nedeni ise çok
basit. Aslında okuyacağınız yazının 33. bölümdeki olayların genel bir analizi olması
gerekiyor ancak benim bölümle ilgili yazabileceğim pek bir şey yok, çünkü
ortada bir konu yok. Dertlerini tasalarını konuşup yorum getirilebilecek herhangi bir karakter
yok. Üç koca bölüm geride kaldı, bir seyirci olarak daha hâlâ bu sezonun
konusu nedir, karakterlerin olayı nedir anlamış değilim. Hikaye sezonun ilk
bölümünde anlattığı şeylerin üstüne tek bir taş koymuş değil. Üç haftadır aynı
laflar dönüp duruyor. Geçen hafta izlediğimiz ikinci bölüm hikayenin ve
karakterlerin ufak ufak açılmasına dair bazı emareler vererek ümitlendirmişti
ama bu hafta yine başladığı noktaya geri döndü.
Dizinin yeni sezonuyla ilgili yazdığım ilk yazıdaki
düşüncelerim ve hislerim değişmiş değil. 4. Murad ve Kösem Sultan da dahil
olmak üzere hâlâ izlediğimiz hiçbir karakter için hiçbir şey hissetmiyorum.
Hatta hiçbirinin başından geçmekte olan şeyler umurumda bile değil. Çünkü
hiçbirinin hikayelerini bilemiyorum. “4. Murad neden böyle aşırı sinirli ve
Deli Mustafa’dan bile daha deli bir padişah” sorusuna vereceğim yanıt “çünkü
tarihte öyle anlatılıyor” noktasından ileriye gitmedi. Aynı şekilde “Kösem
Sultan neden bu kadar iktidar delisi olmuş, neden bu kadar zalim bir kadın”
sorusuna vereceğim yanıt da öyle. İlk bölüm için "bir önceki sezonun devamı olamayacak kadar
geçmişinden kopuk, yeni bir dizi başlangıcı olamayacak kadar her detayı havada
kalan bir bölümdü" demiştim. Görünen o ki bu durum sezonun geneline de sirayet etmeye başladı.
İlk bölümle ilgili yazımda kadının bu diziye adını
vermesine sebep olan o asıl önemli yılları ve Saltanat Naibeliği dönemi gözünün
yaşına bakmadan atlanarak geçildi, televizyon işi anlamında belki
anlaşılabilecek bir tercih ama hiç değilse sezonun ilk 2-3 bölümünde o dönemi
ve o dönemde şu anda yetişkinlik hallerini seyretmekte olduğumuz karakterlerin
yaşadıklarını az çok görebilseydik de sonra hikaye 1632’de başladığı noktaya
gelseydi, biz de olana bitene bir anlam verebilseydik, karakterlerle bir
duygusal bağ kurabilseydik demiştim. İşte dizi şu anda bu anlaşılamayacak yanlış
tercihinin ceremesini çekiyor. Bırakın düzenli takip etmeyen ve bu sezonda kazanmayı
hedefledikleri yeni seyircileri, sıkı takipçileri bile sadece üç bölümde
olaydan koptu kopacak noktaya geldi.
Metin Akdülger ve Nurgül Yeşilçay oynadıkları
karakterleri son derece güzel üstlerine giymişler ama senaryo her ikisinin de
elini kolunu bağlamış durumda. Karakterlerinin arka plan hikayeleri ve
motivasyonları anlatılmadan bomboş bırakıldığı sürece iki oyuncunun da tek
başlarına yapabilecekleri sınırlı. 4. Murad şu haliyle Muhteşem Yüzyıl
tarihine gelmiş olan en sığ, en sıkıcı padişah karakteri konumunda. Nedenini
niyesini anlamadığımız halde bir de her hafta bir sürü zorlama aksiyon sahnesinin
içine sokulup Ramboculuk oynatılması o kadar sıkıcı bir hale geldi ki karakterin daha
şimdiden bir esprisi kalmadı.
Geçen sezon Ekin Koç’un güzelim performansına ve Sultan
Ahmed karakterinin naifliğine laf edile edile dizinin rayından çıkmasına sebep
olunduğunda, “bazı şeylerin kıymeti kaybedildiği zaman anlaşılır” diye
yazmıştım. Bakın bakalım şimdi her türlü korkusu ve ürkekliğini mükemmelen
anlayıp bildiğimiz, gördükçe kucaklayıp teselli etme tepkileri geliştirdiğimiz Sultan
Ahmed mi izlemesi çok daha keyif veren bir karakterdi yoksa sırf astığı astık,
kestiği kestik, esen gürleyen padişah olsun da yakınıp duranların keyfi yerine
gelsin diye bir anda bütün planlar altüst edilip tepemize indirilen, bildiğiniz
akıl hastanesinden kaçmış bir sinir hastası gibi önüne geleni kesip doğrayan,
bağırıp çağıran, parmak sallayan, sığ bir maço karakter mi izlemesi daha keyif
verici? Bir de haremi kadın kaynarken sırf iyi kılıç kullanıyor diye gitsin
neci olduğu belli olmayan bir kadına ilk görüşte aşık olsun. Kibar tabirle,
geçiniz efendim.
Kösem Sultan deseniz "bir başrol karakteri daha ne kadar
kötü yazılabilirdi" sorusunun kanlı canlı örneği gibi resmen. Geçen sene “bu
dizinin adı Kösem’se, herkesten çok Kösem karakterinin kusursuz yazılması lazım
ki seyirci peşine takılıp gidebilsin” demiştim. Geldiğimiz noktada diziye adını
verdiği halde hayat hikayesinin 20 koca yılı atlanarak geçilmiş bir ana karakter, dolayısıyla o
20 yılda imparatorluğun başından geçen siyasi olaylar da gösterilmemiş bir dönem dizisi var ortada. Benim karaktere dair en çok sevdiğim, en çok bir şeyler
hissettiğim bölümler hâlâ kendisinin Anastasia olduğu ilk altı bölüm. Geri kalanı çoğunlukla
muamma. “Masumiyetin Gücü” olan, kendi evlatlarının arkasından kahrolan Yunan kızı hangi ara odadan çocuğunu
çıkarttıktan sonra çocuk daha evin dışına bile gitmeden babasının boğazını
kestirecek kadar aklını fikrini iktidarla, güçle bozmuş zalim bir kadın oldu
hiçbir fikrim yok. Böyle bir karakter zaten sevilemez de, bari doğru
sebeplerden dolayı nefret edebilseydik.
Diğer yandan kendisinin naibelik yılları atlanarak
geçildiği için bu sezon diziye alt başlığını vermiş olan “Bağdat” olayı da
havada kalmış oluyor. 4. Murad Bağdat’ı tekrar fethedip Osmanlı topraklarına
geri katmasıyla sefere çıkmış ve fetih yapmış son padişah olarak tarihe geçecek
geçmesine de Bağdat ne zaman kaybediliyor? Kösem Sultan’ın saltanat naibeliği
yıllarında. E yani el insaf…
Seyirci tam anlatılmakta olan belli bir döneme ve
o dönemin karakterlerine ısınıp devamlılığı yakalayacak olduğunda yılları iki,
üç de değil, tam onar onar atlatarak kendisini fütursuzca oradan oraya savuran
bir hikayeyi daha ne kadar aynı sadakatle takip edebilir? Kösem Sultan’ın Kösem
Sultan olduğu naibelik yıllarını anlatıp, Osmanlı Devleti’ni tek başına
yönetmiş tek kadını göstererek bir ilki gerçekleştirmek varken bu dönemi yok
sayıp geçen, daha kendi adıyla çelişen bir diziye insanlar daha ne kadar kredi
tanıyabilir ki?
Yazı devam ediyor...