Uzun zamandır hasret kaldığımız, su gibi akıp giden
bir Homeland bölümü izledik. Hatta
itiraf edeyim tavana duvara bakınmadan, telefon kurcalamadan izlediğim ilk 4.
Sezon bölümü oldu, biraz geç oldu ama umarım kalıcı olur. Tabi ki bunda hikâyeye
artık iyice girmiş olmamız; iyi çocuk Aayan’ın melankolisinden kurtulmamız;
Carrie’nin özlediğimiz zekasını geri kazanması ve benzeri şeklinde
çoğaltabiliriz bu bölümün temposunu arttıran etmenleri. Ama bence en baştaki
sebep, dizinin omurgasını oluşturan, Çekirge – Usta ilişkisi olarak
nitelendirebileceğimiz Saul – Carrie ilişkisi odaklı bir bölüm olmasıydı. O
zaman gelin bu omurganın iki karakterini ve bu bölümde girdikleri çeşitli ruh
hallerini düşünelim.
Vicdanı yüklerinden arınmış yeni Carrie
Her ne kadar geçen bölüm Brody ile yaptığı yüzleşmede
karşısındakinin O olmadığını Carrie de anlasa bile bu bölüm Carrie’de ilk defa iyileşme
belirtileri gördüm. Zaten Carrie’nin ihtiyacı olan şey Brody ile konuşmak
değildi, kendi içindeki vicdan azaplarını kusup rahatlamaktı. Bu yüzden de
artık daha sağlıklı düşünüp hayatına devam edebilecek bir hale geldi. Öncelikle
baya efsanevi bir şekilde, gördüğü sanrıların ilaçlardan olduğunu anladı. Sonra
toplantı masasında karşısındakilerin yüz kaslarındaki ufak hareketlenmelerden
Saul’un yerini bildiklerini anladı. Yani eski bildiğimiz, zeki, çevik, dikkatli
Carrie döndü. Carrie’ye kötülük yaptığını sanan Tanseem aslında O’na çok büyük
bir iyilik yaptı.
Emekli olmuş olabilirim ama daha ölmedim
Dizinin adı Homeland
yani anavatan ama biz yerli uyarlama yapsak çok sevdiğim bir kelime olan ‘memleket’
olarak çevirirdik herhalde. Saul da bu bölüm “benim canım, memleketimden
kıymetli değil” dedi ve elçiliğe gönderilen videoda ne olursa olsun esir
takasını yapmamalarını istedi. Bıraksalar vatan sağ olsun bile diyecekti. Ah be
Saul’cum vatan da sağ olsun ama sen de! İşin bütün cefasını çekmişsin bari
biraz sefasını sür, emekli olup dünyayı gez, bahçende sebze yetiştir ne bileyim
yaşa işte. Şimdi ölmek niye?
Saul o hücrede yerdeki çiviyi gördüğünden beri bende bir
gerilim başladı. Acaba bileklerini mi kesecek derken kelepçelerini açmaya
çalışırken görünce bir oh çektim. Sonra o da ne! Tavanda sallanan Saul’u gördük.
Tam oh nooo! kelepçeleri bunun için açmış derken, bam! İkinci ters köşe! Saul
gardiyanı boğazlıyor. Bu sahneler ile, yaşamla ölüm, mücadele ile vazgeçiş
arasında git gel yaptık durduk. Saul esaretten kaçarken, ben de ‘Saul
vazgeçmemiş, oley!’ diye sevindiğim anlarda O, videoda dediği şeyin Carrie’den sözünü
aldı. Taliban’ın eline düşmek yerine kendi ölümünü rica etti.
Game over!
Taliban Saul’u bulmuş, saklandığı şehrin her karış
toprağında O’nu arıyordu. Umutların tükendiği anda Saul, işini Carrie’ye
bırakmak istemedi ve dediğini yapmak için boğazına silahı dayadı. Carrie geçen
hafta ona tavsiye ettiğim Müslüm Baba’dan ‘Tanrı İstemezse’yi dinlemiş olsa
gerek ki bu hafta insafa geldi. Zaten memleket uğruna kurban ettiği sevdiği
insanların acısını daha fazla kaldıramayan Carrie, bir de Saul’u da feda
edemedi. Hâlbuki üç gün önce, daha Saul’un ölmeyi tercih ettiğini O’dan
duymadan Saul’un ölmeyi yeğleyeceğini tahmin edip, tereddüt etmeden Haqqani ile
beraber O’nu bombalama emrini vermişti. Ama dediğim gibi yaşadığı sanrılar Carrie’nin
ruhundaki kapalı sandığı açtı. Carrie artık sevdiklerini kurban etmenin
vicdanını kaldıramaz olmuştu. Bu yüzden de avluda boğazına silah dayamış Saul’u,
istemediğini bile bile hayata döndürdü. Saul oradan kurtulsa bile Carrie’ye
kızgınlığı zor geçecek gibi duruyor.
Yeni tatlı sert çizgim tarz mı?
Tüm bu elçilikteki hareketli saatlerde ise Lockhard’ın
sempatikliği bir hayli dikkat çekti. Saul’u kurtarmaktaki hevesini önce kendi
koltuğuna duyduğu aşktan yaptığını düşünüyordum ama gerek Martha’nın öğütlerini
dinleme çabası gerek Carrie’nin zehirlenme olayında gösterdiği hassasiyet
gözlerimizi yaşarttı. Geçen sezonun en gıcık karakteri olan Lockhard tahtını
Dennis’e kaptırınca bari huysuz ama tatlı patron koltuğuna oynayayım diyor
herhalde.
Kurban etmek ya da etmemek işte bütün mesele
İki bölüm önce Saul rica etmeden ona ölümü verecek
olan Carrie şimdi Saul’un kendisi istemesine rağmen O’nu kurban edemedi. Bunda
yaşadığı sanal yüzleşmenin ve ruhunun iyileşmeye başlamasının payı büyük. Benim
uydurmuş olduğum bir ajanın mental yolculuğu’ zaman çizelgesinde ( linki aşağıda bknz. 4. Bölüm
yorumu ) Carrie, ‘dünyayı kurtarıyorum zihniyeti’nden, Quinn’in içinde
bulunduğu ‘ben kötü bir adamım’ moduna giden ilk adımını attı. Artık yaptıkları
şeyin anlamını, bunun gerçekten iyi bir amaca hizmet edip etmediğini düşünmeye
başladı. Quinn’in ona birkaç hafta önce sorduğu “biz ne yapıyoruz ki?”yi şimdi
Carrie, Quinn’e sordu. Carrie, Brody ile biraz araladığı ‘olayları çok boyutlu
düşünme’nin kapılarını Brody’nin ölümü ile tamamen kapatmıştı. Ama günün
sonunda Quinn ile yaptıkları konuşmadan gördük ki, Carrie, Aayan’ın ölümü,
Brody ile vicdan muhasebesi derken tekrar sorgulamaya başladı. Carrie’nin
attığı bu adımın büyüklüğüne şaşıran Quinn, O’nu bu büyük düşünceleri ile
yalnız bıraktı ki tek başına sindirebilsin.
Sonunda benim yoluma geldin
Zaten bu bölüm en büyük ters köşesini Quinn konusunda
yaşadım. Ben tam ‘evet herşey bitti şimdi sıra Quinn’li bölümde’ derken olayın
ivmesi başka yöne kayıyor ve her hamlede Quinn olayların biraz daha dışında
kalıyor. Geçen hafta bir sıra gerileyen Quinn bu hafta da listemiz de bir sıra
daha düşerek Albay Kahn’ın gerisine düşüyor. Çünkü bu haftanın sürpriz çıkış
yapan isimi kesinlikle Albay Kahn! ( Evet sonunda dikkat edip adını öğrendim
de, yakışıklı asker demekten kurtuldum.)

Fantastik mekân, ajan kadın, asker adam; gerisi hayal
gücü
Geçen bölümden sonra Albay hakkında sorduğum bütün
soruların cevabını ve daha fazlasını bu bölüm kendisinden bizzat aldık. Evet,
Tanssem’in Carrie’yi zehirlediğinden haberi yoktu, bu yüzden Carrie’nin sanrı
gördüğünü büyük ihtimalle geç fark etti. Ama bizim görmediğimiz sonrasında
yaşananlar (!) kısmında ikisi de bilinçliymiş. Başta pek de tekin durmayan
Albay Kahn bu hafta yaptığı beyefendice misafirperverliği ve elçilik içindeki
ajanın Dennis olduğunu söylemesi ile takdirleri topladı. Carrie ile aralarında
başlaması muhtemel yakınlaşmaların sonunu ben pek hayırlı görmesem de düşman
tarafta olmaları açısından Quinn – Carrie aşkından daha fazla dikkatimi
çektiğini itiraf etmek zorundayım. Bekleyelim ve görelim Carrie kaç kalp daha
kıracak memleket aşkına.
*Nazım Hikmet’in ‘Yine Memleketim Üzerine Söylenmiştir’ şiirinden