Bazı insanlarda koruma içgüdüsü
çok fazladır; kendinden çok başkalarını düşünür, sevdiklerine zarar gelmesin
diye çabalarlar. İmkanı olsa sevdiği insanlar acı çekmesin, üzülmesin diye onu
pamuklara sarıp sarmalamak isterler. Sırtında taşıdığı oyun sırrının yükü ve
bunu ona karşı kullanan onca kötü niyetli insanın hamlelerine direnme
derdi yetmiyormuş gibi, Ömer dert çekip üzülmesin diye zamanında onun da dertlerini
yüklenmek isteyen Defne buna en güzel örnek aslında. Kimisi de kendi sivri
taraflarını bilip, sevdiklerini kendilerinden bile korumak için uğraşır. Tıpkı
“Aysel git başımdan ben sana göre
değilim/Benim için kirletme aydınlığını/Hem kötüyüm, karanlığım, biraz
çirkinim/Aysel git başımdan, seni seviyorum”* seslenişindeki gibi. Karşı
tarafın tercihini yok saymadığı sürece güzeldir de bu koruma hali. Mesela Ömer’in,
kendisinden korkan, o var diye üzülen Defne’yi daha fazla korkutmamak için
Passionis’i başka yere taşımayı düşünmesinin inceliğinde de bu vardı.
Ama Ömer bu sefer kendisinden
değil, sevdiğinin arkasından çevrilen dolaptan ötürü onu koruma çabası
içindeydi. Aslında bu, Ömer’in, yavru kedi naifliği ve tüm insanlara cömertçe
sunduğu iyi niyetiyle, dış dünyanın kötülüklerine karşı korumasızca duran Defne’yi
ilk koruma çabası değil. Manken olmayı kabul ederse, sektördeki vicdansız
insanların elinde heba olmasından endişe ettiği Defnesini de korumak istemişti
zamanında. Çünkü o su gibi, insanların kendi çıkarlarını korumak için ona
kötülük yapabileceğini ve hatta kimisinin kötülük yapmaktan keyif alabileceğini
aklı almıyor. Daha önce defalarca karşılaşmış olsa da, bunlar onda diğer
insanlara karşı bir önyargıya dolayısıyla duvarlara sebep olmadı. Çünkü onun
kafasında ve tertemiz gönlünde böyle bir ihtimal yok. Kimileri saf veya salak
diyebilir ona ama biz Ömer’le birlikte “Su gibi.” demeyi tercih ediyoruz.
Defnelerin dostu, Pamirlerin düşmanı Ömerman!
“Onu korumam lazım. Neriman yengemden, üçkağıtçı insanlardan, başına
gelebilecek her türlü kötü şeyden korumam lazım. O bunları hak etmiyor çünkü.”
Damdan düşenin halinden damdan düşen anlar demişler. Kendisine karşı oynanan kiralık
aşk oyununun zamanında kendisine söylenmiş olmasını tercih eden Ömer,
çevresindeki insanlar tarafından kandırılmanın nasıl bir şey olduğunu biliyor.
Dolayısıyla, insanlara karşı hep güven duymayı seçen, yaşadıklarını hak etmeyen
Defne’nin de aynı şekilde kandırılmaması, kandırılıp da yara almaması için bütün bölüm koşturdu durdu. Tamam abarttım koşturmadı, iki katlı binada genellikle
asansörü tercih etti ama olsun, mühim olan çaba göstermesiydi. Hem de öyle bir
çaba gösterdi ki Koriş’in tüm laf kaynatmalarına, saçmalıklarına ve bir dükkan
dolusu insanın hesabına katlanmak zorunda kaldı. Tüm o kaçma, kaçırma ve
kovalama anlarını, temponun yüksekliği sayesinde çok sevdim. Koriş, kendisine
gizli bir görev verilince veya Defne ve Ömer’le olduğu zaman hâlâ sesli
güldürme imkanına sahip bir karakter. Neriman’la dedikodu veya alışveriş
seanslarına sokup da bu potansiyelini harcamayalım.
Ömer kendisine karşı oynanan oyunun sonucunda nasıl
bir cendereye girdiğini, nasıl bir yıkıntıya uğradığını biliyor. Defne’yi de
benzer bir yıkıntı yaşamaması için korumak istedi. Onu önemseyerek attığı her
adımda olduğu gibi bu adımında da kalbim eridi gitti. Birkaç hafta önce,
Pamir’in Ömer’in “ikinci şansı” Vanni’den çalıp çalmadığı konusunda iddiaya
girmesi üzerine “
Defne hâlâ bebek gibi,
kendini korumayı hiç bilmiyor ve benim de aman bir yere çarpıp düşmesin diye
peşinden koşasım geliyor. Çünkü Defne hep aynı kız çocuğu. Kendini pek
önemsemez, kendisine karşı olan şeylere dair neredeyse hiç tepki vermez. Ancak
sevdikleri söz konusu olduğunda kendi halindeki kedicik, vahşi bir kaplana
dönüşür.” diye yazmıştım. Şimdi aynı farkındalığın, koruma hissinin ve
şefkatin Ömer’de de peyda olduğunu görmekten sonsuz keyif aldım.
Yazı devam ediyor...