Muhteşem bir detay. (LİNÇ GELİYOR)
Çok sevdiğim dostum kadar olmasa da sevdiğim başka biri daha var. Onu da tanıyorsunuz ama eminim benim kadar sevmiyorsunuz. -Ah ben ve kötü adamları sevme huyum- Henüz pek iyi tanımıyorum kendisini ama anladığım kadarıyla o biraz yabancı bu aşk- meşk konularına. Şahane anlardan ziyade, her ne olursa olsun sadece “anların” peşinden gitmesinden kaynaklı herhalde bu yabancılık. Eğer günün birinde denk gelirsek, ona bir dost tavsiyesi vereceğim. Çünkü biliyorum ki, kötü adamlar da sevilmeyi hak eder, her ne kadar kabul edemesek de onlar da çok güzel sever. Kötü olma pahasına. Tavsiye mi? Heeh, işte burada: “Anı yaşamak elbette en iyisi, ancak her anı şahane’leştirme hevesinde olursan, gerçek şahane anların ne önemi kalır ki?”

Mesela bu pek haz etmediğimiz arkadaş farklı bir açıdan yaklaşıyor. Yavaş yavaş kalbe girmeye, kendini mecbur bırakmaya çalışmayı aşk zannediyor. Hatta daha da abartıp kulağında başkasının sesi çınlayan bir aşığa, kendi varlığını üflemeye çalışıyor. Aklını kalbini kuşatarak kendine şahane bir an yakalamaya çalışıyor. Hal böyle olunca beni alıyor bir düşünceler bulutu... Pek sevilmeyen dostun dediği gibi olsaydı aşk dediğimiz şey, nasıl bir gezegende nefes alıyor olurduk? Mesela baktığım her yerde görmek istediğim kişiye değil de, baktığım her yerde ben istemeden karşıma çıkan kişiye aşık olmuş olsam? Gözümün aradığına değil de gördüğüne aşık olsam? Kalbimi kuşatmasına izin verdiğime değil de kendiliğinden istekli olana açsam kalbimin kapılarını? Ya da ismini duyunca heyecanlandığıma değil de varlığının usul usul kulağıma fısıldandığına versem gönlümü? Herhalde yeryüzünde aşk acısı diye bir şey kalmaz; rakı hep kutlamalarda içilir, şiirlerdeki tek derdimiz kafiye meselesi olur, aşk şarkılarına remixsiz dayanamaz, birlikte çay içmenin sevdaya dahil olduğunu anlamaz, çayımıza süt ekleyip afiyetle içerdik..


Sinan'ın kafasına biri Pamiriko'yu shoplayabilir mi pliz?

Ama kızmayın, yargılamayın... Dedim ya size, pek yabancı bu konulara. Üstelik acı çikolata tadında bir deneyimle öğrenecek, aşk dediği şeyi. Bu noktadan sonra belki siz de ona bir şans verirsiniz. Gerçi ben onu bu hali ile görmek istiyorum. Kalbimin katran karasını olduğunu ya da sevenleri ayırma gibi bir hobim olduğunu düşünmeyin sakın. Tamamen hikâye gereği, Pamir’in aşkı için kötü adamlığına devam etmesini istiyorum.

Neden mi? Çok sevdiği denizlere öyle kolay kolay açılmayacağı belli. Her an bir çılgınlık yapıp oyunu Defne’ye anlatabilir. Bu itiraf neden böyle büyük bir pakette sunuldu dersiniz? Yeni bir düğüme ihtiyacımız var -sanki yeterince boğulmuyormuşuz gibi- Pamir her şeyi kendince anlatabilir ya da Defne “Yaa canım ben de geçtim o yollardan.” saflığı ile Pamir’e merhamet duyabilir. Pamir çok güzel bir kötü adam, farklı sürprizler de yapabilir. Ancak alenen kötü olduğunu belli edip, Defne ve Ömer’i aynı cephede savaştırmayacak kadar renkli. Yine hafızanıza sığınıyorum çok kıymetli okur, kitap meselesini hatırlayınız!

Ayşegüller görüyorum, sonra varlıklarının nelere kadir olduklarını düşünüp, şükrediyorum! Türk dizilerini böyle cesur kadın karakterler kurtaracak! Aslında sanırım bizim diziyi de Ayşegül kurtaracak... Ve hatta kurtardı bile.. Maazallah Ayşegül olmasaydı, İso bazen herkese yanlış gelen ama kişinin tüm kalbi ile inandığı ve inanmaya devam ettiği şeylerin nedeninin aşk olduğunu anlamayacaktı. Aşkın değil aileye ya da dostluğa tüm dünyaya bile karşı gelmek olduğunu hiiç anlamayacaktı. Şayet İso anlamasaydı, Defne “Arkadaşımı kaybedemem, İso istemiyor.” kafası ile Ömer’i dinlememeye, ondan kaçmaya devam edecekti. Ömer garibim, kahvesizliğin de tetiklediği asabiyetle tası tarağı toplayıp İtalya’ya dönerken, Pamir üç ay sonra Defne’den sıkılıp bıracak, İso yine terk edilen Defne’yi bir kere daha kucağında taşımak zorunda kalacaktı. Yaa işte gördünüz mü?  Sene 2016 iken mahalle kültürünü yansıtacağım diye altına bir jean bile giyemeyen Ayşegül nelere kadir oluyormuş? Ömer ve Defne aşkının kahramanlık ünvanını Şükrü Abi’den alıyorum!

İnanın bana, “Hata bulma ve itina ile yüze vurma.” isteğimi Kiralık Aşk için minimuma indirmeye çalışıyorum. Bir nevi fedakarlık yani..  Mesela bu fedakarlığı yapmasam, “Yerli dizi yersiz uzun hepimizin derdi ama bıkmadınız mı şu müzik altlarından? İstiyorsanız bir de Koriş’in eline mikrofonu verin klipleri sunsun. YILDIM.” tadında bir tepki verirdim. Ya da yine öfkelenip, “Ömer ve Pamir biraz daha yürürlerse bizim eve kadar gelecekler, durdurun.” diye ekrana öfkelenebilirdim. Ve hatta maazallah Neriman gördüğüm an, “Kumanda neredeee?" diye çılgınlarca koltuk kenarlarına bakabilirdim. Neyse ki fedakar bir izleyiciyim..

Bir şeyleri çok sevince tahammül gücü de artıyormuş, öğreniyorum..
Neyse.
Yazı boyunca aşk dedim.
Üstelik fragmanında Aşk Lazım var! Daha önce bu şarkının çaldığı bölümün kötü olduğunu görmedi bu gözler...
Umut yine de güzel şey!
İnce belli çay bardağına bile anlama katan aşk, dileğiyle..


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER