Bu hafta nereden başlayacağıma karar veremedim.
Sanırım hedefimde ilk önce Seçil ve Kemal olacak. Özellikle Seçil aradan çıksın
istiyorum.
Artık Seçil ile ilgili sözün bittiği yerdeyim. Bu
yazıyı da oradan yazıyorum zaten. Seçil’in suyu uzun zamandır yavaştan
ısınıyordu. Ama Kemal ile “özel” fotoğraflarını Gül’e gösterip “Baaakk biz işi
pişirdik!” demesi gerçekten doktora derecesinde çirkindi bir hareketti. Bir de
hamileyim derse… Demesin, dememeli, demez değil mi? Yok, yok demez!
Olanlardan sonra Gül’ün Kemal ile olan bütün
ilişkisini kesme adımı güzeldi. Umarım Kemal’in çipil çipil bakan gözlerine,
tatlı sözlerine aldanmaz. Hissettikleriyle söyledikleri zaten birbirini
tutmuyor. Bari söyledikleriyle yaptıkları birbirini tutsun. Ben demiyorum,
kendisi diyor “En büyük ceza unutmaktır!” diye. Unutsun, bitsin, gitsin. Gül’ün
sürünmesini istemiyorum.
Kamu spotu: Hakedeni dövelim. (Kemal haketti.)
Olup biten o kadar şey içinde Kemal’in o kadar da suçu
yok aslında. Bile isteye girmedi ya Seçil’in koynuna. Olan biteni bile doğru
düzgün hatırlamıyor ve hatırlamadığı duruma göre fazla agresif. Sakin ol
çekirge! Bir derin nefes al. Gül’ün peşinde koşacağına Seçil’i konuşturmaya
baksana. Bak bunu Kemal bir düşünsün. Neden? (Atasözü geliyor.) Çünkü keskin
sirke küpüne zarar. Bir hırsla Gül’ün evine gereken, orada Sarp ile gerilerek
bir yere varamaz. Aksine böyle böyle Gül’ü Sarp’ın kucağına atacak, haberi yok.
Sarp’ın kafası zaten olmuş çarşamba pazarı.
Kemal ile Seçil’e atar gider yapıyorum ama Sarp’ın da
onlardan aşağı kalır yani yoktu bu hafta, maşallah. Hoş, Sarp, Cem’in sokak
ortasında Yasemin’i nasıl öptüğünü gözleriyle gördü. Üstelik Kemal gibi kafası
da gidip gelmiyordu. Ayık kafayla, dümdüz, tam karşısında gördü işte, ötesi
yok. Valla, ne yalan söyleyeyim bir an ekrandan içeri girip “Zorla öptü kızı!”
diyesim geldi. Ama sonra vazgeçtim. İyi ki dememişim. Yoksa bölümün devamını
izleyemezdim. Meğerse devamında hemen Gül ile doktorculuk oynayacaklarmış. Aşk
doktorculuğu.
"Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma."da bu hafta: Unutmak!Sarp, gerçeğin sandığından farklı olduğunu düşünüyor. Çok normal. Peki, ya kalbi? Kalp de yalan söyler mi dersiniz?
Çivi çiviyi söker, derler. Ama çivinin çiviyi sökmesi için,
ortada yerinde duran, yerine yerleşmiş bir çivinin olması lazım, değil mi? Daha
dün bir, bugün iki. Gül ve Sarp teselliyi birbirlerinin kollarında buldular. Hani
şu Japon olanla yakışıklı olan genç! Ve içimden bir ses de diyor ki Yasemin de
bu şapşiklik; Cem’de de bu hırs varken Gül ile Sarp’ı resmen birbirlerine gümüş
tepside armağan edecekler. Artık isimlere takılmıyorum. Kriterim “mutlu olmak”.
Eğer Gül ve Sarp, beraber daha mutlu olacaksa, olur, fark etmez.
Ekip gibi ekip! Cem’e ne diyorsunuz? Oyuna, Cem gibi dahil olup
sonradan çoşanlara bayılıyorum. Hedefine en yüksek seviyede odaklanmış bir Cem
var karşısında. Annesinin gelmesiyle arada tutuşsa da kendi çabalarıyla ciddi
ciddi Yasemin’i Sarp’ın elinden cebren ve hile ile alacak gibi. Burada asıl iş
Yasemin’de. Son karar onun. Cem’i istiyorsa Cem’e yeşil ışık yakacak. Sarp’ı
istiyorsa Sarp’a. Sarp’ı Cem ile kıskandırayım derken kendisini Cem ile nikah
masasında bulmasın yine… Hayır, adam en son gelinlikle kızı yolun ortasında
bırakmıştı. Bilmem, iki yüz milyonuncu kez hatırlatmama gerek var mı?
Ahahahahaha! Ama sanırım
ben Cem’i seviyorum. Bana çok orijinal bir tip geliyor. Pasif-agresif. Lütfü’yle
olan stratejik iş birliğinden tutun da ani “Selam canım, n’haber?”li çıkışlarına
kadar. Özellikle Özdemirler’in evinin iptali girişimi çok akıllıcaydı. Keşke bu
dahiyane fikirlerini Yasemin’i anne ve babasına kabul ettirme de kullansa. Ama
olur ya Cem’den, olur olur. (Uğur Kurul’u da Güney Koreli aktör Hyun Bin’e
benzettiğimi söylemiş miydim?)
Yazı
devam ediyor…