“Her
şey birdenbire oldu.
Kız
birdenbire, oğlan birdenbire;
Yollar,
kırlar, kediler, insanlar...
Aşk
birdenbire oldu,
Sevinç
birdenbire.” Orhan
Veli Kanık
‘Kimse size abla/abi olur musunuz?’ diye
sormaz. Bir gün anneniz ya da babanız gelir ve “sen artık abla oldun” derler. Siz
abla olmak ne demektir bilmezken, birden yatağınızın yanına beşik eklenir. Önce
düşen emzikleri toplarsınız, sonra düşen kardeşinizi ve birdenbire abla
olmuşsunuzdur. Bu bölüm Elif ve Hüseyin, Ömer’in yoğun bakımdan çıkmasını
beklerken; ‘kardeş’ olmak üzerine yaptıkları bu sohbet, bana yukarıdaki
dizeleri hatırlattı. Hüseyin ‘her şey birdenbire oldu’ derken, yalnızca
birdenbire abi olduğunu anlatmıyordu; gözlerinin içinden görülen Tayyar’ın adamı
olmasına, ikinci bir eşi olmasına, Sibel’i vurmasına dair de bir itiraftı bu: ‘her
şey birdenbire oldu!’
Tam Fatiha'ya başlamıştık ki...
Ömer’in vurulması herkesin yüreğine
alevden bir kor düşürdü. Kimi için bu kor aşk ateşini körükledi, kimi için
intikamı alevlendirdi, kimi için kardeşlik bağını kuvvetlendirdi, kimi için ihanetin
fitilini yaktı. Hüseyin'in haberi öğrendiğinde avucunda kırdığı bardağın camları, Ömer’i yoğun
bakımda o halde görmesi ile tek tek ciğerine battı. Burak Tamdoğan hem vicdan
azabından kahrolan Hüseyin’i hem de ‘yüzük bulmuş Gollum’ gibi gözü dönen
Hüseyin’i o kadar iyi canlandırıyor ki ne yaptığını bilmemize rağmen, Hüseyin’i
kucaklayıp ‘Bu da geçer edhem’ diyesim geliyor.
Melike, bu olanın ‘kader’ olduğunu
söylese de Hüseyin hiçbir şeyin birdenbire olmadığını biliyordu. Ellerindeki
kanlar kurumamışken, kardeşinin kanının ellerine bulaşmış olması bardağı taşıran
son damla oldu ve Tayyar’ı bıçakladı. Tayyar’ın değimi ile Tayyar’ı geri
dönüşüme yollamıştı ki dizimizin pek akıllı kadını (?) Pınar,
Tayyar’ı odada kanlar içinde gördüğünde kapıyı sıkıca kapatıp gideceğine,
Tayyar’ın adamlarına haber verdi. Geride bir böbrek bırakarak, yine yırttı Tayyar.
‘Kan parası’ denen bir şey vardır. Aşiret
dizileri bilgilerimize dönersek, dökülen kana karşı başka kan dökülmesin diye
verilen diyet parasıdır bir nevi. İşte Tayyar’ın böbreği de bu kan parası
yerine geçecek. Tayyar’ın Metin’in böbreğine ihtiyaç duyacağını anlamak için pek tabi dizinin sonunu beklememiz gerekmiyordu. Bence Metin böbreğini
verecek ve öpüşüp barışacaklar. Ömer de haybeye vurulmuş olacak. Haybeye
vurulmuş olmasının bir nedeni de Metin’in konuşmayacak olması. Pek çok kez
dedim, oğul analarından korkarım ben. Bir başka oluyorlar. Bu bölümde Metin’in
annesi ile arasındaki ilişki buna örnek oldu. Metin’e konuşmamasını tembihledi.
Bir damla gözyaşı kurtarır bizi bazen.
Başka bir oğul anası örneğini de Ömer’in
annesi gösterdi. Oğlunun aşkı için yoğun bakımda ölümle pençeleşen oğlunu
görmekten vaz geçip, sevdiği kadına sırasını verdi. Dedim ya aşk da alevden bir
kor diye. Elif gözlerinin önünde Ömer’i öyle görünce yaşadığı korkuyu bir daha
yaşamama kararı aldı ve her şeye rağmen davadan vaz geçti. Çünkü yaşamak
istediği hayatı biliyordu. Ayrıca not düşmek isterim, Elif’in herkes ağlarken
kendini tutup, herkes gülerken ağlaması güzel bir kurgu idi. Sibel’in annesi
Fatma’ya tırnakları geçirip, tıslamadı bile. Melike’nin dili bir Fatma’nın dili
iki.
Ben de elimi uzattım Ömer biline.
Bütün bölümün bildiğimiz yaralanmış aşık
ve sevgilisi düzleminde ilerlememiş olması da ayrıca güzeldi. Ömer’in
nazlanması, Elif’in ne yapacağını bilemez halleri hem çok samimi hem romantikti. Ömer’in Fatma annenin getirdiği bitki çayını içmemesi bende iki şeyi
canlandırdı. Birincisi, küçükken anaokulunda verdikleri ıhlamuru hoca
arkasını döner dönmez kardeşimle pencereden döktüğümüz. İkincisi, geçen sezon, malum dizideki ürün yerleştirmeye kurban giden aşk sahneleri nedeni ile bu çay-aşk-âşık
sahnelerinin bünyede alerji yaptığı. Doğruya doğru Ömer'in ailesi gibi bir aile kızla erkeği aynı odada yatırtmaz. Hem de evde başka tanıdıklar, komşular varken. Üstelik Ömer için Andaç ailesi 'yabancı' değil, neredeyse kayınvalidesi, baldızı olacak kişiler. Elif'in bölüm sonunda neden davadan vaz geçitğini bu sahnelerdeki korku ve endişesi gösterdi aslında. Uyuyamadan, iki de bir Ömer uyuyor mu, nefes alıyor mu diye kontrol etmesi, sevdiği adamı kaybedecek olmasının korkusunun bir kere yüreğine düşmüş olması, yaptığı seçimi anlamlandırıyor. Fakat Ömer'i "dava mı, ben mi?" seçimine zorlaması için geçerli nedenler değil bence.
Ömer'i istemeye gelmiş gibiler.
Ömer’e evde bakma yarışına giren
kadınlar aracılığı ile de Ömer ve Elif arasındaki sınıf farkı ilk kez
vurgulanmış oldu. Ömer’in kurtuluşunu kutlamak için toplanılan yemek ile ilk
kez Denizer ailesi Ömer’in hayatına adım atmış oldu. Her ne kadar Elif ve
Nilüfer sevdikleri adamlardan dolayı aileleri ile sorun yaşamamış olsalar da
Aslı bize sınıf farkının yaratabileceği gerilimi hatırlattı. Aslı demişken Aslı
vs Melike olsa ne muhteşem olurdu değil mi? Allien vs Predator filmine taş
çıkartırlardı. Daha kapıda ayakkabıların çıkarılması ile başlayan didişmenin
ilk galibi Melike oldu. Tabi ki Aslı beraberliği, kahve içtikleri sahnede Melike’ye
‘geveze’ diyerek sağlamış oldu. Kahve içtikleri sahne kız isteme sahnesi gibi
olmuştu. Bin beş yüz kere bahsedilen 'havaların durumu'na Aslı’nın isyanı da Aslı’yı
sevme nedenimizdir biline. Ömer'in ailesindeki kişilere birer 'suç' eklenerek sorunlu oldukları gösterlirken, Elif'in ailesindeki kadınlara 'kafadan kırıklık' verilerek kusurlu oldukları göteriliyor. Hüseyin'in kızının Elif'in bilekliğini neden çaldı? Ömer'in ailesi çok fakiri vurgulamak için sanırım. Ya da 'fakirlik insanı hırsız da yapar, katil de' bunu anlatıyor bu sahneler bize. Bir yandan da o sahneleri seviyorum çünkü 'aile' denen kurumun her şeyin ilacı olmadığını ve sorunların asıl kaynağı olabileceğini de vurguluyor. Aslı'nın deliliği, Nilüfer'in hali, Melike'nin dili, kızlarının hırsızlığı, ... Aile bir güvenlik ağı değildir. 'İnsan sonunda kendi kendi ile kalır'ı da Ömer'in Hüseyin ile karşılaşmasında göreceğiz gibi.
Saygın Soysal’ın devleştiği sahneler, aşık
sahneleri değil de kanımca yüzleşme sahneleri. İki bölüm önce Tayyar, Mert ve
Nilüfer’le yüzleştikleri sahneler, geçen bölüm Ömer’le, bacanağı ile, sorgu
odasındaki dansları bence aktörlüğünü gösterdiği sahneler. Bu bölümde tam kardeşi Mert’i
bağrına basacaktı ki Nilüfer aşkı Mert’in içinden junior Tayyar çıkardı ve
aralarındaki kardeşlik kordan bir topa dönüştü. Camın arka tarafında Metin’i
isyanlarda bıraksa da Nilüfer’in peşini o kadar kolay bırakamaz, bırakmaz.
Bölümün şekerleri ise Arda ile Pelin
idi. Pelin izin verse, Arda Pelin’in yaralarını öperek saracak ama nerde? Arda
ne zaman romantikleşse, Pelin’in gardı yükseliyor. ‘Arda sırası mı şimdi?’
cümlesi patlayıveriyor. Pelin komiserim ne zaman sırası olacak? Sırayı
beklersek yandık. Eldeki kanıtların Pelin’i göstermesi, Sami komiserin tüm
aşkları baltalama azmi ve Ardan’ın Hüseyin’den şüphelenmesine rağmen
kanıtlayamaması, Arda’yı deliye döndürdü. Hem de sevdiği kadın gözlerinin önünde
suçlanırken. Deliye dönmesi hem romantikleşmesine hem çakallaşmasına neden
oldu. Pelin’i yalnız bırakmama çabası öpücükle karşılık buldu. O sahnede Arda’nın
naifliği gözlerimizden kalpler çıkarttı. Öte yandan Metin’in annesine Hüseyin’in
fotoğrafını gösterip, tepkisini ölçmesi 10 numara beş yıldız bir çakallık idi.
Bu bölüm tam da yukarıdaki dizelere
benzer ilerledi. Dizinin gidişatı birdenbire yine değişti. Kara Para Aşk 13. bölümde sezon finali yaparken, Hüseyin’in katil
olduğunu öğrenmemizle hikâye bambaşka bir yöne evrilmişti. Ancak dizideki en
büyük bomba olan katilin ortaya çıkarılması ile dizide merak yaratan bir düğüm
kalmadı. İkinci sezonda, şuana kadar yayınlanan bölümlerde, tüm kötülüklerin
arkasında Tayyar ve Hüseyin işbirliği çıktı. Bu noktada birinci sezonu
bitirirken atılan o düğüm, kör düğüm olacak diye korkuyorum. Zira bu bölümün
sonu, bizi tekrar birinci sezonunun sonundaki olay örgüsüne götürdü. Hüseyin’in
Tayyar’ı bıçaklaması ile yine Hüseyin’de biten karmaşa, Elif ile Ömer’in geldikleri
bence anlamsız çıkmaz. İlk sezondaki ‘yalanlar mı aşk mı?’ ikiliğine benzer
şekilde ‘dava mı ben mi?’ seçimine zorlanmaları. İkilinin bu seçime nasıl
geldiklerini anlamakla beraber senaryonun bu düğüm üzerinden ilerletilmeye
çalışılmasını anlamıyorum. Kavuşan ve aşklarını yaşayan çiftlerin hikayesi
Türkiye dizilerinde olmayacak herhalde.