Bir gezegen düşünün. İyiler kadar kötülerin de olduğu ve hatta
istenilenin aksine bazen kötülerin çok daha şanslı oldukları bir gezegen. İşte
bu gezegende bazen bazı duygular herkese bahşedilmiyor. Şans deyin ya da “Ne
şansı bin dertten daha beter.” deyin, fark etmez. Başa geldiyse; acısı - tatlısı, günahı - sevabı
ile çekilecek.
Ne diyordum, gezegen.. Mesela pazı sarması yapmanın
"Seni hala çok seviyorum, eskisi gibi.. Belki daha bile çok." demek
anlamına geldiği bir gezegen olsun bu gezegen. Ya da sabahın üçünde gönlüne
umutsuz bir aşk düşen adamın acılarından beslenerek yapmaya başladığı ve
acısına yenik düşüp yarıda bıraktığı tabloların var olduğu bir gezegen de
olabilir. Ve hatta kalbi kırıklarla, geçmişi hüzünlü ayrılıklarla dolu olmasına
rağmen, yaşamanın fevkalade güzel bir şey olduğunun bilincinde olanların
"Buenos Dias!" diyerek aşka geri döndükleri bir gezegen dahi olabilir.
İşte milyon tane yıldızın parlamak için beklediği bu gezegende, bir kadın çok
sevdiği ama aynı zamanda çok kızdığı adamı affedebilir ve hatta affetmek için
can atabilir. Unutacağını, her şeyin eskisi gibi olacağını söyleyemem ancak
affedebilir. “Affetmek kendine yapacağın en büyük iyilik olur.” demiş, çok
sevdiğim biri. Duyduğum an sormuştum ben de kendi kendime. “Hiçbir iyilik
cezasız kalmıyorsa, affetmenin cezası ne?" diye. Affetmenin cezası da unutamamak
sanırım. Ne olursa olsun, unutamamak, kendini ateşe atmaya en çok yaklaştığın
anda bile unutamamak.. “Madem unutamadım o zaman affetmem de.” diyebilirsiniz.
Ancak, bu affetme halinin de çok büyülü bir nedeni var: Aşk.

Sana pazı sarma yaptım = Seni seviyorum.
Tüm zamanların, tüm yaşanmışlıkların üstüne çekilen çizgidir,
aşk. Ve ne şanslılar ki Ömer'e ve Defne'sine bahşedilmiş. Tıpkı Defne'nin aşık
olduğunu kendine itiraf ettiği zamanlarda dediği gibi "Aşk, insanın
ömründe bir milattır.” Aşk öyle büyülüdür ki, bir kere bu şansı yakalayanlar bir
daha eskisi gibi olamazlar. Dünyanın en sıradan, en huzurlu, en normal kadının
karşısına birden bir kral, bir Ömer İplikçi ya da duruma göre Koca Ayı çıkarsa, o kadın -eskiye- veda eder, asla geri dönmemek üzere..
Mesela aşkın bir rengi de vardır ve başka hiçbir renge
benzemez. Bazen, kitaptaki gibi "Benim nazarımda bir hiç olduğunu
zannettiğim şey, demek ki aslında bütün hayatım, her şeyimdi." diyebilen
bir adamla, "Bitti, bitti diyorum, bitti." diyen bir kadının aşk rengi
mavi tonlarında yarım kalmışken eklenen neşeli turuncular ile rengine
kavuşabilir. O renk bazen grilerle boğulsa da doğru kişiden gelen birkaç küçük fırça darbesi, gri bulutların arasından turuncu gün ışığı geçmesini sağlayabilir.
Aşık olmak, çok sevmek.. O kadar sevmek ki o gittiğinde yataklara düşmek. Sonrasında ailesini ve kendisini doğan her yeni günle beraber bir yalana inandırmak.. Kim derdi ki bunlar Arızalı Defo'nun başına gelecek diye? Dikkat ettiniz mi, Defne içinde bulunduğu durumları açıklarken hep "Ben aslında böyle biri değildim, ne oldu anlayamıyorum." dedi. Ben anlatayım Defnecik... Aşık oldun... Mucizelerin var olduğuna inandıran Koca bir Ayı'ya hem de... Hani her gülün ayrılamadığı ve gülü sevenin de katlanmak zorunda
olduğu bir dikeni vardır ya... Aşk ile tanıştığın o şahane andan sonra, -eskisi gibi
olamamak- da aşkın dikeni olsun madem. Sahi ne gariptir değil mi -eski- olmak?
Yazı devam ediyor...