Sanırım bu haftanın ardından kimin haklı ya da kimin haksız olduğunu
tartışmayı bırakabiliriz. Ve hatta artık bırakmak zorunda dahi
olabiliriz! Aşkın ya da Tavşan Kardeş ile Koca Ayı’nın barışmasının az haklı ya
da daha çok haklı olmakla sonuçlanmayacağını anlamışızdır. Mucizeler evreninde
haklı olmanın hiçbir önemi yoktur. Çünkü mucize arayışına yalnızca delicesine
aşık olduğunuzda girersiniz.*
Bir başka mucizeler evreninde yani Kiralık Aşk' ta bir kalemin asla yalnızca bir kalem olmadığına şahit olduğumuz gibi, mavi bir tişörtün de yalnızca mavi bir tişört
olmadığını anladık.. Sahi onca anı arasından, Defne neden o tişörtü sakladı
dersiniz? Tişörtten ziyade koku dersek,
biraz daha anlamlandırabiliriz belki. Kokunun diğer hiçbir duyunun onun kadar
başarılı olmayacağı bir özelliği vardır. Koku, bir nevi anı tazeleyicidir. Koku
hafızası insanın canını acıtmaya yeminlidir. Hani şu üstüne çok konuştuğumuz "şahane anlar" vardı ya.. İşte koku, o şahane anları içine hapseder, adeta
dondurur. İşte bu nedenle Kaşıkçı Elması' ndan bile değerlidir, Aytekinciğim. Kokunun bir başka özelliği de zaman da yolculuğu mümkün kılmasıdır. Mesela bir şeyi görmek istemezseniz, bakmazsanız ve böylece
görmezsiniz. Duymak istemediğinizde ise dinlemezsiniz ya da dokunmak istediğinizde
temas etmezsiniz. Fakat iş koku olunca, sizin yapacağınız pek bir şey kalmaz.
Aniden beliren koku, burnunuza gelmesi ile hatıraları da beraberinde getirir.
Bir bahar akşamı yolda yürürken, burnunuza gelen kokunun sizi kucaklayıp eskiye
götürmesi de bundandır işte.. O kokuyu saklamak istersiniz. Kalbinizi
koyduğunuz o küçük kutunun içine azıcık yer açıp onu da eklersiniz. İstediğiniz zaman zamanda bir yolculuğa çıkarsınız. Orada
olduğunu bilmek rahatlatır, güvende hissettirir. Hiç açmasanız bile, herkesten
deli gibi saklasanız bile.. Defne o kutuyu kaç kere açtı bilmiyorum. Kim bilir
belki koku kaçmasın diye açmamıştır belki onu da bilmiyorum.
Varlığını öğrendiğim andan itibaren Pamir'i seviyorum. Hatta cesur bir adım atmış, ilk bölümde kendisine kapıyı açıp, içeri buyur etmiştim. Ve
şimdi de evi keşfetmeye çıkışını izliyor, hangi koltuğa oturacağını merakla
bekliyorum. Pencerenin hemen yanındaki tekli ve rahat koltuğumu kapacak gibi
görünüyor şimdilik. Canı sıkıldığı zaman pencereden bakarak oyalanacak ve
kimseyi işlerine karıştırmayacak kadar tek kalacak.
Mahallenin mızıkçısı <3
Daha önce Ömer’in karşısına Pamir gibi bir
adam çıkmadı. Kimse, Ömer İplikçi' zorlamadı bile. Ömer kendi doğruları ile yaşadı. Fakat bu kez doğruları denetleyen başka biri daha var. Pamir şu an bu
hikayenin en kilit ismi. Kendisinden nefret etmemiz için bir sürü neden varken, şahsen ben severek izliyorum. Pamir oyun oynamaya meraklı, şımarık ama sempatik çocuklara benziyor. Misal, tadilat tarihi konusunda, Defne’yi karar vermek zorunda
bırakması oyunun içinde olmayı ne kadar istediğinin kanıtıydı. Defne’nin kararı
sonrası "Kazandım" diye sevinmek yerine, kararını değiştirmesi ise oyundan çok
oyun kurucu olmasını kanıtladı. Bilirsiniz bazıları kuralları
kendi lehlerine çevirmek ister ve biz onları mızıkçı olmakla itham ederiz.
Pamir bu oyunun mızıkçı serserisi olabilir. Ama yine bilirsiniz ki, mahalledeki tüm
çocuklar mızıkçıya karşı bir olup kendi kurallarıyla oyuna devam etmek
ister. İşte bu nedenle, Pamir muhteşem bir detay olmaya devam edecek gibi
görünüyor.
Aradan geçen –sıfat koymayacağım bu kez- bir yılına ardından
Ömer’in Defne’sine kavuşma isteği zirvede. "Şahane an"a varmanın çok kolay
olmayacağının o da farkında. Ancak bazen insan bilmek istiyor, hele ki
Ömer gibi kendine saygısı olan biri için bilmek bile yeterli değildir. İşte bu nedenle “Söz veriyorum, senin için asla gözyaşı
dökmeyeceğim” diyen Defne’sini korkuttuğunu düşünüp, onun mutlu olması pahasına
“Olmadı, olmayacak” diyerek gitmeyi göze aldı. Tam da o sırada devreye giren
mavi tişört, gökyüzünü yıldızlarla donatmadı mı sizce de?
Sanki dünyaya daha
önce 813 kere gelmiş de şimdi 814. yolculuğuna çıkan Ömer İplikçi.. Tatlı Defne’nin
seni hala sevdiğini anladın. Hayatın hiç olmadığı kadar yolunda. Tek yapman
gereken kalbi senin için pır pır atan Defne’nin yüreğini avuçların arasına
almak. Bu yolculuğun eminim senin için bile zorlayıcı olacaktır. Söz konusu
kırılan kalp ise hele bir de çok sevilenler tarafından terk edilip gidilen bir
kalpse onarması daha da meşakkatli olacaktır. Dediğim gibi, o şahane ana kadar
sakın pes etme. Çünkü masalın sonunu hep birlikte anlatacağız..
Ve sen Defocik.. Yalansız, dolansız, oyunsuz olmanın verdiği
özgürlükle artık daha da güçlüsün. Kırık kalplerin en büyük isteği, hasarların
onarılmasıdır. Ve sen kırık bile olsa şanslı kalplerdensin. Masalının kralı
seni iyileştirmek için geri döndü. Biliyorum sen de zorlanacaksın. “Bir kere
giden yine gider” diyeceksin belki. Ama ne kadar acılı ve zor olsa da yaralara
en iyi gelenin o yaraları açan olduğunu sen de biliyorsun. Belki bizim Tavşan
Kardeş gibi sen de mucizelere olan inancını kaybettin ama bir türlü
kaldıramadığın kafanı yukarı kaldır ve gökyüzüne bak. Mucize yıldızları seni
bekliyor.
Sadri Usta’mız büyük resmi gören üst aklımız ne güzel
hatırlattın bizlere yolun çok uzun olduğunu. “Canları sıkılacaksa daha gidecek
yolları var demektir.” Haklısın Usta’m yine haklısın.. Sevgili Defne ve Ömer, çok sıkılsın o
canlarınız. Sıkılsın ki, düşe kalka gideceğiniz o upuzun yolda birbirinizin
elini tutun. Tutun ki tek başıma yürürüm ben dediğiniz o yollarda ıslak
topraklara basıp düşmeyin. Yolun sonunu
birlikte görün. Kim bilir, o gün sizde Mucize Ormanı'na varırsınız. Hatta
evrenin en güzel ay ışığının yıldızlarla buluştuğu bir gecede, mavi tişörtlü
koca ayı ve turuncu havuçlu tavşan kardeşle karşılaşıp kendi hikayenizi
anlatırsınız..
Masallara da mucizelere de inanın, sevgiyle.
*Henry Miller'ın "Uykusuzluk" adlı eserinden alıntıdır..