İnsanın inkar edemeyeceği, koparıp
atamayacağı bağları, hayatından çıkaramayacağı sevdikleri vardır. Ağaç kovuğunda
yetişmediğimize göre birilerinin çocuğu, kardeşi veya yeğeni olmamız
kaçınılmaz. İnsanın karakterini de sevdiklerinin onun hamuruna kattıkları oluşturuyor
zaten. Peki ismimizin önüne eklenen sıfatları silip, “sade ve sadece” adımızla kalabilmemiz
mümkün mü? Tüm bunlardan arınabilsek daha özgür daha rahat mı oluruz, yoksa
daha tatsız insanlara mı dönüşürüz?
Kendimi değerlendiremem ama
izlediğim kadarıyla “sadece Kemal”i çok tatsız bulduğumu söyleyebilirim. Kemal’in
“olmaya çalıştığı adam” konusunda Leyla’ya çok katılıyorum ve ısrarla bu
Kemal’e alışmayı reddediyorum. O “aşık Kemal” iken, “evlat Kemal” iken, “dost
Kemal” iken güzel. Tüm bu sıfatlarını yok sayarak attığı adımlar, Ayhan’ın
karşısında racon kesmeler filan ona yakışmıyor. Ve ben Leyla ile yüzleşme
sahnelerinde şunu anladım ki; Kemal aslında Nihan’a mahkemede verdiği ifade
yüzünden değil de Emir’le birlikte olup onun çocuğunu doğurmayı seçtiği için kızgın.
Yani dili ne kadar inkar etse de “aşık Kemal”in davranışlarına engel olamıyor.
Beni izlediğim şeye duygu
bağlıyor. Bir yerinden kalbime dokunduğu zaman daha çok bağlanıyorum, daha iyi
anlıyorum. Bu duygu sadece aşk olmak zorunda değil; bir kimsenin nefreti veya
öfkesi, bir annenin çocuğuna duyduğu hasret de olabilir. Yeter ki inandırıcı
gelsin, yeter ki ben de onunla birlikte aynı hissi duyabileyim. Kemal’in
intikam hırsını da fazla bulduğum için hoşnut değilim, bir bağ kuramıyorum bu
yönüyle, onu hissedemiyorum. Ama yıllar önce bir bayram günü kurdukları hayalin
anısını, yıllar sonra o parkta izlerken gözleri dolduğunda, onun da bir kalbi
olduğunu ve Nihan’a olan aşkı yüzünden canının nasıl yandığını yeniden
hatırladım. Bu dizinin bu yönünü de çok seviyorum işte. Bir hafta kızdığımı,
ertesi hafta sarıp sarmalamak isteyebiliyorum. Kimsenin üstünü sonsuza kadar
çizip onu yok sayamıyorum. Geçen hafta Kemal’in kalemini gönlümde kırmıştım ama
bu şimdi ona üzülmeme engel değil, çünkü beraat şansını da ona tanımıştım.
Nihan’ın kucağında kızını görünce, “kızımız” diyebileceği bir çocuğun
kendisinden olmadığı gerçeği(!) canını nasıl da acıttı... “Bu böyle
olmayabilirdi.” hayıflanması kadar insanın canını yakan şey azdır.
Yine de bazen dengesiz misin diye
düşünmeden edemiyorum be Kemal. Daha dün parmağını şıklattığında onun peşinden
koşmayacağını söylerken, ertesi gün parmak şıklatılmasını beklemeden ondan uzak
duramadığını Nihan’a itiraf ediyorsun. Şimdi bu kız ne olursa olsun Kemal’i “kafalayabileceğini”
düşünmekte haksız mı? Gözlerini kapatmasına bile gerek kalmadan, Asu’da Nihan’ı
görmedi mi daha dün gece? Ayrıca Kemal geçen bölümdeki Asu şovunun kendi isteği
dışında gerçekleştiğini söyledi ancak bu gerçek değildi. Nihan’ın mesajını gören
Asu’yu yatıştırmak için Nihan’ı özellikle evine çağırdı ve sonrasında Asu’ya da
rol vererek sahneye çıkışını birlikte kararlaştırdılar.
Ancak sahneyi her şeyden bağımsız
izlediğimde etkilenmediğimi söyleyemem. Bir an hayal olduğu endişesine
kapıldım, sezon açılışındaki hayallerden dolayı bu endişelerim bir süre daha
devam eder herhalde. Sahne etkileyiciydi, “Artık bana dair dudaklarının
değebileceği tek şey ismim.” meydan okuması da güzel bir kapaktı açıkçası. Tabi
büyük de konuşmamak lazım Nihan’cım, sen de bir gün yenik düşeceksin bu kara
sevdaya. Bu aşk ve nefret düzleminde gidiş gelişlerini sevdim bu bölüm.
Kemal’in kendini tutamaz ve acısını yansıtır hali hoşuma gitti. Gömdün Kemal,
hem bin bir umut yüklediğin o yüzüğü, hem Nihan’ı, hem de aşkını gömdün anladık
da, her gömülen öldüğü için mi gömülür? Bazen tohumlar da gömeriz toprağın
altına, filizlenip meyve verecek bir ağaç olsunlar diye, aklında bulunsun.
Kemal-Asu ve Nihan-Emir
çiftlerinin(!) dörtlü yemek sahnesinden büyük keyif aldığımı söylemem gerek.
Herkes laf sokma ve birbirine bir şeyler ispatlama çabasında olunca izlemesi de
zevkli oluyor. Hele de Asu köşeye sıkışmışsa… Kemal dans ederlerken Asu’ya
“Bana bir daha yalan söylersen her şey biter.” dedi. Asu, bir Kozcuoğlu
olduğunu ondan gizlediğine göre bu sır ortaya çıktığında Kemal her şeyi
bitirecek, onun da sözünü almış olduk bu sayede. Vallahi bana “Kemal önce
Deniz’i mi yoksa Asu’yu mu öğrensin?” diye sorsanız ben Asu’yu tercih ederim.
Düşünün yani o derece hazzetmiyorum kendisinden. Ve gizlediği gerçekler ortaya
çıktığında, Kemal’le zar zor edindiği şans elinden kayıp giderken nasıl
çırpınacağını izlemeyi hevesle bekliyorum.
Dans demişken Kemal ve Asu’nun tangosu nasıl da sakildi
öyle? Tango, aşkın ve tutkunun dansı olarak bilinir. Aşk ve tutku ne kadar
yüksek olursa, dans da o kadar etkileyici olur. Kemal ile Asu’nun yaptığı tangonun
“olmayışı” da bundandı elbette. Çünkü aralarında aşk da yok tutku da yok, son
derece yapaydı kusura bakmayın. Yemeyiz yahu, bu gözler
Bihter’le Behlül’ün tangosunu izledi, hey yavrum hey!