“Evvel zaman
içinde, Kaf Dağı’nın arkasındaki karanlık ormanda, Tepegöz adında bir canavar
yaşarmış. Bu canavar ailelerinden aldığı
çocukları bir güzel yermiş. Anneler ağlar, babalar ise hiçbir şey
yapmazlarmış. Çünkü Tepegöz’e ne kılıç
ne de ok işlermiş. Birgün kardeşi Tepegöz tarafından kaçırılan çocuğun canına
tak etmiş. Kardeşini kurtarmaya karar
vermiş ve Tepegöz’ün karşısına çıkmış. Tepegöz ise bu iki kardeşe alaycı bir
kahkaha fırlatmış sonrasında da tehditler savurmuş. Ama korkmayın, kardeşler
birlik olup ateşte kızdırdıkları sivri bir demiri Tepegöz’ün sahip olduğu tek
gözüne saplamış ve onu öldürmüşler.”
Sarp’ın küçük kardeşine anlattığı hikayede
düşman da belli kahraman da. Maalesef bizim hikayemizde her şey bu kadar kolay
değil. İçerde, Tepegöz’ün kim olduğuna erken karar vermenin bizi yanıltacağı
bir hikaye. Aslında Tepegöz sandığımız ve Tepegöz’ün farklı olmabilme ihtimali hikayenin
çekici yanı. Tabii iki kardeşin Tepegöz’e karşı birlik olmalarının hikayedeki kadar kolay olmayacağı da aşikar.. Bizim Tepegöz,
kardeşlerin birlik olmasını engellemek için elinden geleni yapıyor. Üstelik o
kızgın sivri demire hemen boyun eğmeyecek kadar da güçlü..
İnsanoğluna
bahşedilmiş en yüce duygulardan biridir merhamet. İnsanın vicdanını besler,
olgunlaştırır. Şefkatle birleşince
yüceliğine yücelik katarken, acıma ile harmanlanırsa kibir dolu bir diyalogdan
öteye gitmez. Düşmana edilen merhamet ise kutsallığını bir köşeye bırakıp
keskinliği ile öne çıkar. İnsanın içini kemirir, "ekrarı olur mu?” endişesi ile insana gücünden bile şüphe
ettirir. Shakespeare, "Bir yılanın seni iki kez ısırmasına izin verir misin?" demiş, Venedik Taciri adlı eserinde. Sahi ikinci kez karşılaştığımız yılana nasıl davranırız? Bu kez başını erkenden ezmek için acele mi ederiz yoksa ilkinde bir şey olmadı der, içten içe bir güven mi besleriz? Sarp ve Mert’in ilk karşılaşmalarında birbirlerine bahşettikleri
merhametin tekrarı olur mu, o yılan ikinci kez usulca gider mi, göreceğiz.
Merhamet, keskin bir bıçak oluverir kimi zaman.
İki kardeşin
birbirlerine merhamet etmelerini “Kan
çekiyor kan” diyerek izleyip, iç
geçirmemin ardından, Sarp’ın işin içinden nasıl çıkacağını merak ettim. Bu kez
arkasında soru işareti ve kuşkular bırakan Sarp, önceki hafta geçtiği güven
testinde bu hafta aynı başarıyı gösteremedi gibi görünüyor. Hem Alyanak’ın
imaları hem de Celal Baba’nın verdiği yeni görev bunu kanıtlar nitelikte. Yeni
görevi demişken, Yeşim de ileri ki
haftalarının sınavı olacağının sinyalini verdi. Sarp’ın iyi hazırlanması gerekecek,
ne demiştik “takım elbise şart.” Sarp takım elbisesini giyer mi yoksa ani bir
kararla tekrar gerçek görevine döner mi, bu da gelecek hafta yanıt bulacak
sorulardan. Göreve dönerse Davut ile
görüşmeleri gereken bir konu daha var, onu da unutmayalım.
İlk bölümden
itibaren bir türlü içime sinmeyen Melek’in bu hafta Sarp’a olan samimi
davranışlarını yadırgamam umuyorum ki benim iflah olmaz şüpheciliğimden
kaynaklı değildir. Anlattığı kadarıyla, Melek’in dünyası Celal Baba, Mert ve
adamlarından ibaret. Böyle kapalı kapılar ardında, sürekli üstüne titrenerek
büyütülen ve bu nedenle hep yalnız kalan Melek’in itirafları sizce de biraz hızlı olmadı mı?
Yusuf Müdür’ün Sarp’a, “Dikkat et, aşk seni yakmasın” lafından da sonra Melek’e
daha şüpheci yaklaşmaya karar verdim. Tüm yaşananlar bir flashbacklik sahneye
bakar, hatırlatayım.
Yazı devam ediyor..