Bu “iyi niyetli”(evet iyi niyetli!-.-)
duruma verdiği büyük tepkiyi, etrafı dağıtıp(ki bu derece kırıp dökecek kadar
şiddet sergilemesi de beni bir ürküttü) kimseye haber vermeden, Defne’yi de
meraktan ve üzüntüden helak ederek gidişini düşününce, Defne’nin oyunu
söylemekten çekinmesine o kadar hak verdim ki. Ben olsam ben de korkar ve
saklardım. Çünkü Ömer’in Defne’yi cesaretlendirecek hiçbir hamlesi yok. Evet,
çok seviyor ama böyle kırılma noktalarında attığı somut bir adım yok. Ömer’in
yaptıkları, gerçekleri anlatması halinde Defne’ye olabilecekler için hiç umut
vaat edici değil. Kız, Ömer’in hayatından kestirip attıklarına bakınca
korkmakta o kadar haklı ki. Eskileri, İz’i filan geçtim. Ama şu son iki üç
bölümde peş peşe yaşanan Şebnem-Alp krizi ve dede olayında Ömer’in verdiği tepkiler,
aşklarının geldiği aşamayı da düşününce Defne’ye susmasını öğütler. Aşkın bu
adamı, tüm yaşananlara rağmen evriltemediğini düşünmesi normal.
Oysa hayat Ömer’in algıladığı
kadar tek katmanlı, tek doğrulu bir şey değil ki. “İnsanlara yalan söylenmemeli.”
üst başlığı doğru bir önerme olsa da onun içinde daha bir sürü alt başlık, bir
sürü ihtimal var ve bunları değerlendirmeden sadece üst başlığa göre yaşayıp o
doğrultuda hüküm vermek haksızlığa yol açar. Somut bir örnek vereyim. Çok genel
geçer bir algıdır; doğuran değil büyüten anadır derler. Peki ya büyüten kişi o
bebeği doğuran kişiden çalmışsa? Ya doğuran kadın bebeğine kavuşmak için bin
bir tehlikeye atılmışsa? O zaman bu keskin algının yumuşaması gerekmez mi? Bal
gibi de gerekir. Çünkü yumuşatmazsak suçluya acımak, suçsuzu da suçlamak
yanılgısına düşeriz.
Tahammülüm yok gözlerinde bir damla yaşa, kıyamam...:(
Ömer de mesela, Şebnem ile Alp’in
düğün gününde işte bu yalan söylememek konulu, kendince doğru bulduğu üst
başlığı uyguladı. İçindeki başka hiçbir ihtimali veya yolu değerlendirmeden
kendi gidip Şebnem’in sırrını ifşa etti. Şebnem ile Alp’in krizinden sonra “Yalnız ben bu yaşananların sonucunda şunu
çıkardım ki; Ömer’in hala keskin uçları varmış. Aslında epeyce törpülendiğini
düşünüyordum ama yalnızca Defne’ye karşı yumuşamış. Onun dışında, ailesine,
dedesine, arkadaşlarına karşı; prensipleri, doğruları, ilkeleri hâlâ aynı
katılıktaymış.” diye yazmıştım. Yanılmışım… Defne’ye karşı da yumuşamamış.
Sadece yaşananların acısı hafifleyince üstünü örtüp, karşı da koyamadığı
Defnesiyle yoluna devam etmeyi seçmiş.
Serdar, Ömer’e Defne’yi anlatırken “Bir rüzgar
esiverecek ve sen gideceksin diye çok korkuyor.” demişti. Ömer o sırada bunun
imkansız olduğuna inanıyordu ama şu an Defne’nin korkuları gerçekleşmiş
vaziyette. Defne bu hayatta en çok terk edilmekten korkuyor ve Ömer onu hep
aynı yerden vuruyor. İyi zamanlarda, hediye ayakkabılarla Defne’nin yaralarını
onaramazsın, tarihinizi yeniden yazamazsın Ömer. Aksine her tümsekte terk
etmeyerek bunu başarabilirsin. Mükemmel olanı sevmek çok kolay. Önemli olan o
insanı kusurlarıyla, sana uymayan yönleriyle de sevebilmek. Defne kızılmayı hak
ediyor ama bu kadar merakta bırakılmayı hak etmiyor. Üstelik böyle habersiz çekip
gitmeler de hiç yetişkin tavrı değil. Yetişkinler iletişim kurarak anlaşmaya
çalışırlar. Ömer de otursun haklı olarak Defne’ye kızsın, “Arkamdan iş
çevrilmesinden yoruldum. Bari sen yapma bunu.” desin. Ama bu sırada Defne’nin
iyi niyetini de göz ardı etmesin.