Anılar seni de yalnız bırakmaz!
Herkes özgür olmak ister. Bunu inanamayacağınız kadar çok ister. Çünkü özgürlük mutluluktur. Ama yalnızlıktır. Ama mutluluktur. Daha az eşya biriktir, daha az insana bağlan ve daha az sev. Sonra bir gün sevdiğiniz birini kaybedersiniz. Ardından bir diğerini... Ağır kayıplar öyle filmlerdeki gibi olmaz dersiniz bazen. Haklısınız, daha ağır olur. Sonrası, boynunuza astığınız simsiyah bir boşluk... İşte özgürlük! Çünkü özgürlük, yalnızlığın yetişkin hâlidir. Ama anılar bizi yalnız bırakmaz, neyse ki.

Karagül biterken Cuma gecelerimiz bilinmez bir özgürlüğe ilerliyor. İnsan ne çabuk alışıyor her şeye. Karagül'ün duyunca içimize dokunan müziğinin yokluğuna alışır mıyız? Kadını, kadınla, kadına anlatan repliklerinin eksikliğine peki? Ben sanmam. Türk dizilerine hep mesafeliydim. İzlerdim, ama çoğu hüsranla biterdi. Hele ki mesele yöreyi ve töreyi işleyen bir dramaysa... Karagül tabularımı yıktı. Sadece kurgusal değil, gerçek dünyadaki tabularımıza da sağlam bir tekme attı.

Bazı adamlar vardır, onlara inanırsınız. Mesut Akusta'yı ilk defa Karagül'de seyretmedim. Ama ona ilk kez Karagül ile inandım. Ve sanki içinde bir yerlerde hep bir gün Kendal'a ruh üflemek için yaşamıştı. Kendal olmasaydı Karagül aynı Karagül olamazdı. İddiam bu denli büyük. Çünkü son zamanlarda Türk televizyonlarında gördüğüm en afili canavar o. Yaralarından irin akıyor, iğreniyoruz. Dilinden zehir saçıyor, kendimizi aklıyoruz. Ama aramızda kaç tane Kendal yaşıyor, kaçının Kendal olmasında emeğimiz geçiyor, saymaya cesaretimiz var mı?

Aramızda kaç tane Emine var? Anneliğini sırtına yük değil, canına yoldaş yapan... Kaç Özlem tanıyoruz? Hayatta kalmayı 'yaşamak' sanan... Bazen Ada gibi sivriliyoruz, pençelerimize doyum olmaz. Bazen Ayşe gibi yıkılıp kalıyoruz, içinden doğacak küller bile rüzgara teslim. Biz bazen Ebru kadar güçlü, bazen Narin kadar çaresiz, bazen de Kadriye gibi suskunuz. Ama bazı yanımız geceleri Kendal'a dönüşüyor. İçimizde bir Kendal var bir de diğerleri... Biz hangisini daha çok beslersek, bu savaşı o kazanacak.


Bir çağın kapanışı...

Karagül'ün castı, yerine isim öneremeyeceğim kadar nokta atışı seçimlerden oluşuyordu. Dört sezon boyunca bize yaşamın tüm sokak aralarını ezberlettiler. Dikişi bu denli tutmuş bir yapımda, küçük sökükleri tartışmak anlamsız. Ama bir de kamera arkasında ter dökenler var ki, bu kez alkış onlara... Bugüne dek defalarca yangın, çatıdan düşme, Fırat'a yuvarlanma ya da uçurumdan atlama sahneleri izledik. Her biri de özenliydi. Bu bölüm Kendal'ın kaza sahnesinde çıtayı Allahuekber Dağları'na çıkardılar. Tüm ekibin ellerine sağlık!

Mahkeme sahnesinde bu kadar kahırlı bir teraziye ne gerek vardı? Mahkeme yoktu sanki, yalnızca günahlar vardı. Kendal günahlarıyla dans etti dakikalarca. Mesele etik zemin üzerinde kaymaksa, Karagül bunun en güzelini başardı. İsteseler Kendal meselesine ''Bu kötü, tu kaka, vurun abalıya!'' tarzıyla yaklaşmak mümkündü. Ama öyle yağma yok! Karagül bir aynaydı. Bazen kırılan ve yansımamızı kaydıran... Ama hep karşımızda duran, daima gözlerimizin içine bakan bir ayna.

İlk bölüm fragmanında ''Yine anlamsız bir iş, pof...'' dediğim için affet beni Karagül. Kendal'ın, Halfeti'nin, kadınların, toprağımızdaki masalların anıları unutulmayacak.

Ama Maskeli Balo şarkısı ne diyordu?

''Anılar bizi yalnız bırakmaz. Yalnızız yine de...''

Güzel günler.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER