Mithat Can Özer’in de dediği gibi; “Hangi bahardan esti bu
rüzgar?” Hülya’ya bir yuva, Kerim’e bir sevgili, Mehmet’e bir anne verdi…
Hülya, küçücük bir çocukken bir hayal kurmuştu; bir çocuk
doğuracaktı. Kendi bilmese de bir çocuk doğurdu ama o kendi doğurmadığı bir
çocuğa yüreğinin ta içinden annelik yapıyor. Sadece Mehmet’e olan sevgisinden
dolayı bile Hülya’yı sevebilirim. Bir başkasının çocuğuna annelik yapmak
zordur. Ama gerektiğinde gözünü kırpmadan oyunlar oynayan o Hülya’nın Mehmet’i
görünce cız eden yüreği var ya, o bambaşka bir şey işte.
Ömrünü verir...
“Senin gözünden çıkan bir damla yaşa ben ömrümü veririm.”
diyen, Mehmet’iyle beraber ağlayan, Mehmet’iyle beraber gülen Hülya öyle gerçek
ki. Dünya yıkılsa, yine de Hülya’nın Mehmet’e olan sevgisinin altında bir art
niyet aramam. Hülya her an, her saniye Mehmet’i kaybetme korkusuyla ağladıkça,
ben de ağladım. Sanırım Hayat Şarkısı’nın ilk bölümünden beri en çok ağladığım
bölümlerden ikincisi oldu. Birincisi Bayram Bey’i kaybetme korkusuyla
yüzleştiğimiz bölümdü.
Yalnız bu nasıl uyumak? :)
Hülya’nın bu hayattaki en büyük korkusu o mutlu aileyi ve
dolayısıyla Mehmet’i kaybetmek. Rest çekişleri bir yana, Mehmet onun için öyle
değerli ki. Arada Mehmet olmasa, Hülya Filiz’le çarpışmaktan zerre korkmazdı. Tökezlerse
bilin ki annelikten. Yıkılırsa bilin ki Mehmet’e sevgisinden.
Öyle içten bir -annecim- demek ki, o kadar içten olur...
Hülya, Kerim ve Mehmet birlikte çok ama çok güzeller. O sabah
sahnesi içime ferahlıklar saçtı. Kerim’in Hülya’ya bakışları, Hülya’nın Mehmet
için titreyen kalbi, Mehmet’in yanlarındayken yüzüne yansıyan sevinç. Her
yanlarına nazar boncukları saçayım istiyorum…
Gelelim Filiz’e. Filiz, oğlumu kucağıma almak istiyorum şeklinde konuşurken içim sızladı, üzüldüm. Ama sonra isteklerini içki, Kerim,
Mehmet şeklinde sıralayınca “Kendine gel Merve!” dedim. Üzgünüm ama Filiz
hiçbir zaman Hülya ile eşit olamayacak gözümde. Fakat isterdim ki, Filiz her
konuda toparlanarak gelsin. Ama görüyorum ki, karşımızda sadece maddi olarak
değişen bir Filiz var. Yatsın kalksın Nurgül’ün varlığına şükretsin. Yoksa iki
güne beş parasız sokaklarda kalması olası.
Ve Filiz’in unuttuğu bir şey var. Karşısındaki Kerim,
Almanya’daki Kerim değil. Hülya ve Mehmet, Kerim’i çok değiştirdi. Ve Kerim,
Hülya’nın anneliğine gözü kapalı güveniyor. Hülya, Mehmet’le ilgilenirken bir
an bile tereddütle baktığını gördünüz mü? Hayır. İşte sonsuz güven böyle bir
şey.
Ya şef ne yapayım, benim oteldeki yataklar çok rahatsızdı.
Hülya’nın gözyaşları sadece Mehmet için akmadı. İçinde
taşıdığı korkunun etkisiyle her an ağlamaya hazırdı. Mahir’le aralarındaki
dostluk gerçekten kıskanılası. Mahir’i olan tüm planlarda kazanır ama Mahir’in
dostluğu da insanın içini sızlatır.
Mahir, çok güzel insan. Nilay’ın ağabeyine karşı taşan
öfkesi, buzdağının görünen yüzü sadece. Mahir’in anlatmadığı, dinlemediğimiz
çok derin yaraları var. Bir yanım dinlemek için sabırsızlanıyor, bir yanım
“Deşmeyin yaralarını, ağlatmayın Mahir’i.” diyor. Fakat ev yemeği, sıcak ev
ortamı derken Mahir’in yüzüne yayılan huzur var ya, ah bunu nasıl anlatsam. Bin
kere baksam, yine bakmak isterim. Bin kere anlatsam, yine bir şeyler eksik
kalır.
Mahir ve Kerim arasındaki çatışma nereye kadar böyle devam
edecek merak ediyorum. Bir yandan Kerim haklı, bir yandan Hülya kırılgan. Ve
bir de Mahir var ki, incinmesin isterim. Bu mesele nihayete erdiğinde kimse
üzülmesin, lütfen.
“Yemek de yemek!” diyen Mahir’le, “Yemek de yemek!” diyen
Bayram Bey’i ne zaman bir araya getiriyoruz? Sokakta karşılaşsınlar ona bile
razıyım. Ama bir yemek masasında karşılıklı otursalar zevkten dört köşe olmaz
mıyız?
Yazı devam ediyor...