Ben
genellikle yorumda, baştan başlayıp bütünü gözden geçirir sonra da bazı yerlere
yakından bakmayı seçerdim ama bu kez bir değişiklik yapıp beni çarpan yerden
başlayacağım. Evet, doğru tahmin ettiniz: Orman sahnesi ve ateşböceklerinin o
güzelim dansları… Ateş böcekleri daha önce
Güneşi
Beklerken’ de çok hoş bir sahneyle yer almıştı ama bu kez beni çok daha
etkileyen, yüreğime sıcaklık veren ve bölümün ruhuna çok daha uygun bir sahnede
çıktı karşımıza. Işık oyununun görsel güzelliği bir yana Sinan’ın onları
bağladığı efsane çok hoştu. “El ele tutuşup dilek tutma” ya ve Sinan’ın “İlk
aşkım son aşkım olsun!” dileğini Pelin’in “Tek aşkım olsun!” diye
özetleyivermesine bayıldım. Atmosfer ve iç seslerin güzelliği çok başarılı bir
sahne yarattı.
“Tek
Dileğim” tagine uygun olarak bölümün genelinde biraz metafizik bir hava vardı,
bu hafta. Sinan’ın Pelin’in arkasından bakarak “Gitmezse seviyor.” totemiyle
başlayan, Pelin’in Reis’e kahve falı bakmasıyla devam eden ve “sonsuz aşk”
dilekleriyle tepe noktasına ulaşan bu hava Pelin’in “Bari dileğimi
bitirseydim…” serzenişiyle tam da zirvede ‘şimdilik’ duraklatıldı. ‘Dilek’leri
öğrendik de gerçekleşmesini görmek hâliye zamana yayılacak gibi.
Pardon ne tarafa
bakıyozzz? Kamera tam olarak ne taraftaydı, acep?
Haftalardır esintisini hissettiğimiz Rüzgâr,
sonunda kanlı canlı çıktı karşımıza. Romantizmin dorukta olduğu anda film
dünyasının olmazsa olmaz kuralıyla zınk diye araya giriverdi. (Tam da bu
noktada Pelin’in “İnsan kızına niye Rüzgâr adını koyar, bir hışımla mı doğdu,
naptı?” repliğini tüm yüreğimle onaylıyor ve kendisini haftanın repliği
seçiyorum. ) Açıkçası baştan beri ettiğim dualara rağmen Rüzgâr ne yazık ki
benim kaygılarımı artıran bir çizgideydi bu bölüm.
Başta yaratılan, ‘Sinan’ı
ölümün kıyısından çekip alan güçlü kız’ imajı ve gerçekten çok zarif ve farklı
görüntüsüne karşın Rüzgâr, hayalimdeki “aykırı kadın” imgesini doğurmayacak
gibi… “Pelin” adını duyduğu anda değişen yüz ifadesi, dönerken arabada ön
koltukta oturmak gibi çok yersiz ve alaturka tepkisi hele Sinan’la Pelin
hakkında yaptığı konuşmalardan anlaşılan; klasik bir Türk kadını tiplemesi var
yine karşımızda. Üstelik restoranda erkek ağırlıklı bir grubun içinde bütün
ilgiler üzerindeyken şirin, canlı, esprili olan kadın; Simay’la konuşurken
birden snop, ukala ve sevimsiz bir varlığa dönüşüverdi.
Belki
ben baştaki görüntüden fazla etkilenip kafamda değişik bir kadın kurguladım ama
karşılaştığım Rüzgâr’ı, şimdilik, pek de sevmedim. Final sahnesinde diziye
katkısının ne olacağı da çıktı ortaya. Görünürde dedesi için bir teklifle çıktı
Sinan’ın karşısına ve Sinan gibi gönül borcunu her şeyin önünde tutan bir
adamın böyle bir teklife “hayır” deme ihtimali elbette ki hiç yok. Bu da en az
5 -6 bölüm işlerin karışması demek.
Yazı devam ediyor...