Kırıldık bir kere canım, ne desek yalan...
Çünkü bunun nedenini anlamıştı zaten. Şirkette ilk bir araya geldiklerinde Defne neden ev konusunu Ömer’le paylaşmadığını çok iyi ifade etti. Ömer’in oyun yüzünden gitme ihtimalini hep zihninin gerisinde tuttuğu için, onun hayatındaki iyi etkilerine alışmaktan çekindiğini, bir kere alışınca sonrasında yeniden kendi ayakları üstünde duramamaktan korktuğunu söyledi. Oyun yüzünden sırtına yüklenen maddi yükü paylaşamayacağına göre bu ikincil açıklaması da doğruydu. Üstelik Defne “Sev beni/Sar beni/Bir tek kötü sözün sarsar beni”* kanaatkârlığındaki biri iken, şirkettekilerin ona hadsizce söylediklerini, insanların ona ne gözle baktığını da paylaştı. Ve 11.bölümde Defne’nin yarasına dokunduğu için Yasemin’i hiç düşünmeden kovan Ömer, bu konuda şirket çalışanlarını şöyle bir güzel paylamadı bile.(Bu da benim kırgınlığım olsun.) Defne’nin bu kaybetme korkusunun altında yatan ve “Ömer’e anlatılabilir nedeni” ise Serdar izah etti.

“Ben bunları kimseye anlatmadım
kendimle bile konuşmadım
Ben bunları kimseye anlatmadım
bir tek sen duy diye, sen bil diye, sen anla diye”*

Serdar, Ömer’e Defne’nin oyundan bağımsız olarak, kendi hayatında kendisini nasıl ve neden kaygan bir zeminde hissettiğini; sorunun temelde Ömer’den kaynaklanmayıp, genel olarak Defne’nin geçmişte yaşadıkları yüzünden olduğunu açıkladı. Defne’nin kendiyle bile konuşmadığı, ama yer yer belli olan ve Ömer’in anne travmasından hiç de aşağı kalır yanı olmayan terk edilmişliği ilk defa dillendirilmedi aslında. 11.bölümde Defne bu konudaki yarasını biraz göstermişti Ömer’e. Ama böyle bir yaranın ikili ilişkilerine zarar verici etkisini Ömer ilk defa Serdar’ın sözleri üzerine gördü. Defne’yi belki de ilk defa bu kadar yakından duydu ve anladı. Yani ben öyle sanmıştım en azından. Çünkü Defne’yi kırdığına ikna olmuş ve ondan özür dilemeye karar vermişti.


Böyle gururlu abi pozlarıma aldanma Ömer. Sen bir de beni geçen hafta duysaydın..

O nedenle kavganın o noktasında Ömer’in bunu sorgulamasını tuhaf buldum. Ama tuhaflıklar bununla kalmadı, iş Defne’nin karşı suçlamasıyla daha da çetrefilleşti. O tartışmadan yola çıkarak Defne’nin isyanına nasıl geldik onu çözemedim. Birden Ömer’in duvarlarına, “kusursuzluğuna”, Defne’nin hata yapma şansı olup olmamasına geçişte bağlantı biraz koptu sanki. Ömer “Neden karnıyarık yapmadın?” derken, Defne “Evde yumurta kalmamış.” der gibiydi, öyle alakasızdı. Evet, evde yumurta kalmamış olabilir, ama orada mevzu o değildi bu yüzden de afalladım. Ayrıca üslup olarak da anın kızgınlığıyla yanlış ifade etti kendini. O anki ana tartışma konusunun uzağında bir mevzuuydu Defne’nin pat diye ortaya koyduğu. Buna rağmen üslubuyla hiç değilse derdini doğru anlatma imkanı vardı Defne’nin.

Uzmanlar çiftlerin kavga ederken, bu kavganın yaralayıcı olmaması ve insanları bir çözüme ulaştırabilmesi için “sen dili”nden ziyade “ben dili” kullanmalarını önerirler. Buna göre; karşı tarafı doğrudan suçlamak yerine, o davranışın kişinin kendisindeki etkisini paylaşmak gerekir. Çünkü bu şekilde karşı tarafın empati yapması sağlanır. Ancak Defne o sinirle maalesef ki sen dilini kullandı ve kendi hislerini anlatmak yerine karşı tarafı suçlayan konuma düştü.

Halbuki Defne ben dili kullansa, cümlelerini o tonda söylese, itiraf edemediği oyunun dışında, ondan bağımsız olarak Ömer’in doğruculuğunun, tavizsiz duruşunun “kendisinde” yarattığı yorucu ve yıpratıcı etkiyi dillendirse kulağa biraz daha anlaşılır gelirdi. Ömer’in bu tavrının kendisi üzerindeki etkisi açıklansa, onları çözüm yolunun başına koymuş olurduk. Çözüm lazım; çünkü bu durum, oyun mevzusu aşıldıktan sonra da sürdürecekleri birebir ilişkilerinde etkili olabilecek bir konu.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER