Dizi
izleme kariyerime(!) pembe dizilerle başladım sanırım. Bir dönemin meşhur Yalan Rüzgar’ı ve türevlerine yetişememiş olsam da, Fernando
Jose Rosalinda’yı terk ettiğinde oturup ağladığımı biliyorum mesela.:)
İzlediğim onlarca pembe dizilerden birinde de zamanında şöyle bir cümle
geçmişti ve çocuk aklımla beni çok etkilemişti; cömert bir aşk vasiyetini daima hazır tutar… Çünkü cömert aşk dediğin elindekini vermesini yahut
gerektiğinde feda etmesini bilir.
Bencil
“sevdaları” sevmiyorum çünkü bencilliğin, kendini düşünmenin aşka yakışmayan
hallerden olduğuna inanıyorum. Uymuyor yani, aşkın vaat ettiği dünya ile
bencillik bana göre bağdaşmıyor. Bu nedenle Kemal’in “sadece seven” hali
çok kıymetli benim gözümde. Buna karşılık “seven” Emir’in bu uğurda kullandığı
yanlış yöntemlerle Nihan’ı nasıl boğduğunu, kendine yakınlaştırmak
isterken aksine nasıl fersah fersah uzaklara ittiğini anladığı konuşmalarında
öfkesinin yanı sıra içinin nasıl sızladığını hissettim. Aşkın, sevdanın
nedeni olmasa da, Emir’in bende olmayan şey ne diye sorgularkenki samimiyetine
inandım.
Koskoca Emir Kozcuoğlu'nun düştüğü hale bak! Issız adam gibi makarna yaparak kız tavlamaya çalışıyorum resmen!
Bir parça anne şefkati, bir tutam
baba ilgisi ve biraz Nihan sevgisi gerçekten de Emir’in hamurunun çok farklı
yoğrulmasını sağlayabilirdi. Yaptıklarına mazeret olarak asla kabul etmiyorum
ama “Nihan’ın onu sevebilme ihtimalini seven” Emir’in bu sevgisiz büyütülmüş
hali, ara ara içinden çıkan o küçük oğlan çocuğu zaman zaman yüreğime
dokunuyor. İyi ya da kötü, bir karakter derinlikli yazıldığı zaman her türlü
yanlışına rağmen insanı bir yerden yakalayabiliyor işte.
Aynı şekilde tüm alacalı bulacalı
rengine, ne zaman ne yapacağı, kime hizmet edeceği belli olmayan tavrına rağmen
şu hikayede en çok Tufan’a üzülüyorum desem? Platonik aşıklara bir parça daha
sempatiyle yaklaşıyorum, hayat onlara zaten bir vurmuş, ipimkansız bir aşkı
yaşarlarken bir de ben onlara vurmayayım diye düşünüyorum herhalde. Hatta bu
aşk yüzünden sapıtmayıp aksine bunu asilce taşıyanlara karşı saygı da
duyuyorum. Keşke Asu da benim gibi bir parça empati yapabilseydi. Kendinden pay
biçse yeter. Kemal, onun hislerini duyduğunda benzer şekilde sert bir tepki
verseydi kalbi un ufak olmaz mıydı? O intikam yolunda yürüyüşlerinin nedeni
farklı olsa kaç yazar ki? Hayal kırıklığına uğrayabilir, şaşırabilir,
üzülebilir ama bu kadar kızılacak bir şey görmüyorum ben bu durumda. Ağlatmayın
şu adamı yahu, ne güzel bencillikten uzak bir şekilde, hatta annesinden ayrı
geçen yılların acısını, intikamını unutma pahasına seviyor Asu’yu.
Bu kadar üzüldüm üzüldüm lakin kotam
dolmadı. Kemal’e de üzüntü kotamdan şöyle salon salomanje bir yer ayırdım
elbette. Emir’in odasındaki Nihan ve Emir’i gizlice izleyen Kemal, amcası ile
Bihter’in yakınlaşmalarını bahçeden izleyen Behlül gibiydi. O yüzden de topu
kesilmiş çocuk misali yüzü düşmüş halde Leyla’ya sığındı. Daha düne kadar
avuçlarının içini öpen kadının bu haline inanamaması normal.(ki ben de tam
manasıyla kabullenebilmiş değilim henüz.) Çünkü o avuçlarda sımsıkı kavranan
umutlar vardı, aşk vardı, şefkat vardı Nihan tuttuğundan beri. Onu aklayabilmek
adına bulabildiği, tutunabildiği tüm bahaneler de, gene o avuçlarda, Nihan’ın
çabasıyla paramparça oldu. Ve şimdi avuçları kanıyor…