Şehzade, urgan, cellat!
Muhteşem Yüzyıl Kösem'in 26 bölümü, kötülüğün bulaşıcı bir hastalık gibi herkesi avucunun içine alıp, oradan oraya savurduğu, hız yapacağız derken karakterlerin alt üst olduğu hikayesiyle geride kaldı. Muhteşem Yüzyıl Kösem, bize yine o bilindik 3'lünün dışında pek bir şey veremedi: Şehzade, urgan, cellat. Şehzadelerin boyunlarında yine ipek urganlar, karşılarında yine cehennem gözlü cellatlar. Hayır, bu çocukların içinde aklı selim kalmayacak yakında.

Farkındaysanız artık hiçbir karakter için "yok, o öyle davranmaz" cümlesini kuramayacak durumdayız. Çünkü herkes, her an, her şeyi yapabilir. Hikâyesinin ucundan yakalayıp sevdiğimiz/sevmeye çalıştığımız karakterler, olayına göre, tamamen tek boyutlu davranıyor artık. Ya tamamen iyiler, ya da kötü. Bu durumda artık bize "ama o da neler yaşadı, böyle davranması çok da anlaşılmaz değil" cümleleri yerine "ay bir tane bile iyi adam kalmadı şu sarayda" cümlelerini kurmak düşer oldu. 


Sanki şehzadelerin katline değil, yarınki menüde bezelye olmasına karar vermiş ruh hali!

Mesela Halime. Oğlu Mustafa'ya çocukluğundan bu yana var olan duygularımız sebebiyle, belki de haklı görmeye en yakın olduğumuz anneyken, "oğlunun istikbali" kılıfındaki iktidar hırsı uğruna, kızının hayatı hakkında bir an bile tereddüt etmedi. "Ne yapalım oncağızın da kaderi öyleymiş." deyip kendini avuttu Halime. Daha da ilginci ise; bunu Dilruba'nın adı gibi biliyor oluşu ve garipsememesi! Halime,diğer şehzadelerin katli için verdiği karar konusunda Menekşe'yle sohbet ederken de rahatlıktan ölmek üzereydi.

Veya Cennet. İki bölüm önce emeklilik de emeklilik diye tutturmasını neden izlediğimize bir anlam vermeye çalışıyorum, olmuyor. Bu bölüm de "Kösem Sultan'ın askerleriyiz"e geri döndü. Sırf Kösem'in yanında olmak için, yakalanırsa vebali çok büyük olacak bir iş çevirdi kendince, ki yakalandı da. Mustafa'nın "aklını azıcık başına getiren ilaç" yerine dut pekmezi koyarak ahalinin padişahın divaneliğine tanık olmasını sağladı. Durum anlaşılıp da yakalanınca tam kellesi gidiyordu ki, bu kez Bülbül Ağa çark etti. Haftalardır Safoş da Safoş diyerek gözü başka hiçbir şey görmeyen Bülbül Ağa, şehzadelere kıyamamak suretiyle imana geldi, önce Cennet'i kurtarayım, dedi. Böylece Cennet de "boğazına bıçak dayanan, ama son anda kurtulanlar" listesine eklendi. Eh onun da birkaç tahtasının eksilmesinin zamanıdır artık. 

Pinhan'ı gören var mı, tek sırdaşımı da aldılar!

Tabii olan yine Mustafa'ya oldu. Zavallım bölüm boyu padişah olduğunu herkese anlatmaya çalıştı durdu. En kıdemsiz saray ağaları bile "amaaaan senin emrini mi takacağım ya" havalarında. Artık halkın gözünde de itibarı kalmadı. Hayır zavallımın itibarsızlaştırılması bir yana, anasının verdiği pekmezli macunlu karışım da aklını başına getiremediği gibi en yakın dostu Pinhan'a mâl oldu. Jenerikte artık adı yer almayan Ahmet Varlı'nın Pinhan Ağa'sı için, Halime'nin pekmezli karışımından başka açıklama da yok elimizde. 

Yazı devam ediyor..




BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER