Gözlerin gözlerime
değince
Uyuşur beynim, dörtnala
‘içim’
Sana koşuyor derdim
Sonra sarılıp usul
usul
İçini çeke çeke
Yorulurdum, uyurdum
‘Nefesimi derin derin’ solurdum*
İkisinin arasında öylesine üstün
bir bağ, öyle “başka bir şey” var ki, Ömer’in çizim konusunda kopya verişi bile orijinal.
Tenleri tanışıp konuştuğu için bu kadar iyi anlayıp etkileyici bir çizim
yaratabiliyor ya Defne. O bağ sayesindedir ki, at çiftliğinde fiziken yokken
bile aslında orada. Çünkü o artık Ömer’in “içi”! Adam kızın nefesini bile içine
çekiyor resmen, nasıl içi olmasın ki artık? İnsanın içi deri değiştirmez ki.
Yıllar içinde dışımız aşınır, yanar, soyulur, kurur ama zarar verici dış
etkenler içimize dokunamaz, en korunaklı yerimizdir. Üstelik insan “içindeki”
birini söküp atabilir belki, ama içini söküp atamaz ya.
Yüreği boğazında atarak Ömer’in
cevabını bekleyen ve Ömer’in bu güzel sözlerini duyduğunda sevinçten ağlayan
Defne, terk edilmeye alışık bünyesinin bu güzel itirafla, sevgiyle
kucaklanmasının, yaralarının sarılmasının sonucudur. Ömer’in bu kadar cayır
cayır dökülmesi de, hiç böylesine dolu dolu, coşkuyla sevilmemiş, bu yüzden
kimsenin hayatında böylesi bir etki yaratmaya alışık olmayan kız çocuğunun
etkisi ve devrimi sayesindedir! Bu öyle bir etki ki; Ömer, bir şeyler sakladığı
belli olan Defne’yi artık sıkıştırmıyor, üstelemiyor. Anlatmayınca eskisi gibi
gönül de koymuyor. Defne’nin peşinde bir aşağı bir yukarı sürüklenirken bile
gıkı çıkmıyor. Dilerim artık bu devrim Koriş’i ve bilhassa da Neriman’ı gerçek
anlamda etkilemiştir. Çünkü Ömer’in güzel sözleri üzerine o sevinç
gösterilerini çok samimi ve içten buldum. Neriman, prensesler gibi Defne’yi
“kötünün iyisi”(!) olarak görse de, boncuk gözlü yeğenini kendisine böylesine âşık
eden kızı kabullensin artık.

Uyan gel uykundan, dünya aşk görsün!
Bir gece,
Gecede bir uyku…
Uykunun içinde ben…
Uyuyorum,
Uykudayım
Yanımda sen.
Uykumun içinde bir
rüya,
Rüyamda bir gece,
Gecede ben…
Bir yere gidiyorum,
delice…
Aklımda sen.**
O tatlı gece mesajlaşmaları
sırasında dilenen güzel rüyalardan Ömer’in payına Defne düştü. Defne her
seferinde kokusunu içine çekerek şefkatle öptüğü adamın rüyasına, incecik
kanatlarıyla bir peri kızı misali konuverdi. Düşle gerçek kol kola girmişti. Gecenin
karanlığına rağmen, Defne’nin “altında en mutlu kız” olarak yaşadığı ayın
şavkı, aşklarına vurduğu için, gümüşi bir renkle parlayan özel bir andı o. Öyle
çok büyük büyük laflar etmedi aslında Defne. Aksine düz gerçekleri dillendirdi.
Zaten söylediklerini şiir gibi güzel hale getiren de buydu. Çünkü onlar "gerçekten" çok güzel.
Gülmek devrimci bir eylemse eğer,
en büyük devrimci de Defne’dir! Çünkü bu kadar samimi ve gözbebeklerinin içine
kadar gülen başka bir karakter daha yoktur bence. O gülümseme ki hayatını
güvenmeme üzerine kurmuş olan Ömer’e bütün soruları, sorguları unutturur,
gönlünde çiçekler açtırır. Duysun be dağlar taşlar, ben bunları çok seviyorum
demiş miydim?
*Fikret Kızılok, Sen olmasan
**Özdemir Asaf, Bir gece