Muhteşem Yüzyıl Kösem: Bahar geçti, kış geldi çoktan..
Bahar geçti, kış geldi çoktan
Salkımından sallanan üzümler
Toprağından fışkıran demetler
Nice mis nice leziz güller, meyveler
Hepsi öldü şimdi, kurudu hiç yoktan

Ölüm şeker midir gerçekten, kaynağı pancar olsa bile o tatlılık ahengine varmak zevk midir, hoş mudur, keyif midir? Belki acının bin bir tonuyla lekelenmiş bir turkuazın ortasında pıhtılaşan ak bir lekeden ibarettir ölüm…Ruh vücuttan sıyrılınca, nefis faniliğin kirlenen teninden koparcasına ayrılınca, verilen o son nefesin kaynağı nedir? Hakikat nedir? Bulanık suyu çırpan parmakların ardınca fokuran köpükler misali anlık bir heves midir, geçici midir yoksa pancarı yontan marangozun şaheseri gibi bembeyaz şeker midir? Ölüm sahibinden gelse de yine vaat ettiği huzuru verir mi? Yoksa avutma mıdır sadece insanın kendini ölümle barıştırması?

Muhteşem Yüzyıl Kösem, yine “ölüm” temasının işlendiği duygu yüklü bir bölümle ekrana geldi. Sizi bilmem ama ben Muhteşem Yüzyıl’ın başrol karakterlerine veda edilen bölümlerde, ölümün o ince çizgisini derinden hisseden biri olarak uzun süre (b)ölümün etkisinde kalıyorum ve dönemin çarpıcı “gerçekliğini” daha iyi kavrıyorum… Sultan Ahmed’in namaz kılarken dilinden dökülen nameler adeta kalbimi nakış gibi işliyor. Senaryo hususunda bol bol eleştirilse de diyalogçuların çok iyi iş çıkardığını gönül rahatlığıyla söyleyebilirim… Adeta Mesnevi’den, kıssalardan,  hatta Osmanlı’nın ve İslam’ın bir bütünü olan Kuran’dan kopan ve kurgulanan hikayelerin karakterlerin ağzından bir dua gibi dökülüşü, Allah’a bir yakarış olduğu kadar yoğun bir felsefi anlamda içeriyor ve bu hususlar diziyi izleyen her kitlenin Kösem’den bir şeyler bulmasını sağlıyor… Veda repliklerini, karakterlerin çaresiz kaldıklarında iç seslerine yönelişlerini seviyorum gerçekten çünkü ortaya hiçbir dizide izleyemediğim muhteşem derinlikler çıkıyor!

Sultan Süleyman’da, Hürrem Sultan’da ya da Şehzade Mustafa’da olduğu gibi dev karakterlerin ölümlerinde izlediğimiz taslaktan daha farklı bir bölüm izledik. Sultan Ahmed’in ölümünün son bir saate odaklanıldığı, bölümün İskender, Dilruba gibi bazı hikayelerle süslendiği ve sanırım sezon başında, sezon finalinde ölmesi planlanan Ahmed’in erkene çekilen ölümü üzerine Muhteşem Yüzyıl tarihinin diğer başyapıt karakterlerinin ölümlerinden daha sade ama yine de Kösem’in son birkaç bölümdür üzerine yapışan ölü deriyi atacak nitelikte bir vedaya şahit olduk. Duygusal havanın ve ölüm kokusunun bölüm boyunca hissedildiğini ve izlerken içime bir öküz oturduğunu büyük bir içtenlikle söyleyebilirim.

Sultan Ahmed’in ölümü Muhteşem Yüzyıl Kösem için bir milat! Zira Muhteşem Yüzyıl’da bir padişahtan sonra verilen mücadeleyi izlemediğimiz için artık tamamen “özgün” bir hikayeye dönüşecek olan ve Kösem’e anlatılacak değeri katan döneme geçmiş bulunacağız 25. bölüm itibariyle. Diğer karakterlere nazaran incelikle işlenen ve kanımca bölümün en iyi sahnelerinden biri olan Mustafa - Ahmed hesaplaşmasından sonra, Pinhan Ağa’nın önderliğince cülusa çıkacak Mustafa’yı ve yıllardır valide olmak için çırpınan ve içindeki iktidar ateşini bir an olsun söndürmeyen Halime Sultan cephesini izlemeyi merakla bekliyorum. Açıkçası 24. bölüm bana Sultan Ahmed’in vedasının hüznü kadar artık bambaşka bir boyuta geçecek olan Kösem’in hikayesini izlemeye başlayacak olmanın heyecanını da aşıladı… Kösem’in kışının başlamış olması ve arkasındaki tüm gücün bir sabah aniden yok olmasının ardından tepetaklak oluşunu ve gücün tek bir gecede deli bir çocuk ve kana susamış bir valideye geçişi Kösem’in ilerleyen bölümleri için "özgünlük" ve "akıcılık" anlamında eksik olan parçalarını tamamlayacaktır.


Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER