"Armut dersem çık"cılık oynarken ben.
Küçük Küçük İsyanlar..
Çağımızın en büyük problemlerinden biri  iletişimsizlik. Çağımız ve ilişkiler için problem ancak Türk dizileri için bir velinimet.  Poyraz Karayel’i ele alalım, sırf bu bölümden tek cümle ile halledilebilecek fakat asla çözümlenemeyen sorunları yazıyorum. Poyraz Ayşegül’e tek bir cümle ile durumu açıklayamıyor mu? İçinde bulundukları durumdan daha kötü ne olabilir? Hiç değilse Ayşegül elleri öyle havada asılı şekilde kalakalmazdı. İki, Meltem’in evlilik meselesi madem bu kadar kolaydı niye sakız gibi uzatıldı. Sonunu görebildiğim şeyleri izlemek beni biraz kırıyor. ( Farklı bir mevzu çıkarsa, başım üstüne hatta baya baya öpüp başımın üstüne).En önemli iletişimsizliğin Poyraz ve Sadrettin’in iletişimsizliği olarak düşünüyordum ki çok şükür minicik bir flashback işimi halletti. Bakın ne de güzel oluyormuş. Bütün bunları okuyup, “Ama öyle olmasa, dizi olmaz. Adı üstünde dizi bu” demeyin.  Gerçeklikle daha doğrusu mantıkla bağı kopan şeyleri izlemek dizi değil, saçmalık olurdu.

Burada bir parantez açıp, hain evlat Sado’mun haleti ruhiyesi hakkında konuşmak istiyorum. “Evlat olsa sevilmez” cümlesindeki evladı bulun desem, tek cevap Sadrettin olurdu. Neredeyse kardeş katili olacaktı, zaten kötü enişte. Şimdi bir de uyuşturucu batağına düştü. Kısacası Babişko’ya “peşin peşin toprak atalım” demelere doyamadık. Son olarak Sadrettin değil de başka biri olsaydı, “O silah çıktıysa patlatacaksın Aga, boşuna oyalamayın bizi” derdim. Dürüst olayım, bir an için “Yoksa..?” diye düşündüm ve o an üzüldüğümü hissettim. Sadrettin’e kıyamıyorum, nokta.

Büyük Büyük Hayranlıklar...
En azından benim için tartışmaya kapalı birkaç nokta var.Poyraz Karayel adeta bir ayrıntılar cenneti. Duvar yazılarından tutun, sahne dekorlarına kadar her detay bu bölüme kadar istisnasız çok güzeldi. Çekilen mekanlar, karakterlerin giyim tarzları, cümlelerin tam ağızlara “cuk” olması ve en önemlisi çekimlerin etkileyiciliği benim için tartışmaya kapalı. Sahnelerin çekim açıları ve geçişleri bugüne dek şikayet etmediğim nadir şeylerden biri.


Öğüt veren çok oldu mu bıbıcığım? Malum mapus damları bıbıcığım..

Keratanın bir de garip özelliği var ki dillere destan. Bölüm saçmalamaya doğru koşsa bile arada mutlaka ya güzel cümleler, ya da anlamlı selamlar çakarak bir kez daha kalbimde kaçak katı çıkıyor. Hiç olmazsa “iyi ki Zülfikar var, iyi ki Songül var, Ah bee Sefer, Yürü be Semaa, Yaa Bahri Baba" diyorum. Taş Kafa’nın adını söyleyeyazmamız, stadın açılışına selam çakmamız, Bahri Baba’nın,” İhanet ne kadar yakından gelirse, merhamet de o kadar uzaklaşıyor” cümlesi, Poyraz’ın “Ayrılacaksın ki kavuşması olsun” kabullenişi bu bölümün kaçak kat nedenleri oldu.

Sırların bir bir ortaya dökülmeye başladığı, çiftlerin sorunları ile boğuştuğu,  Bahri Baba’nın yine ölmeden “üstüme toprak atın” dediği, Neşet’in iyilik pelerini giyinmiş Hades gibi ortalarda dolaştığı, Ayşegül’ün “Kezbanlığa Giriş” kitabına birkaç sayfa daha eklediği, Zülfikar ve Taş Kafa’nın yine en keyifli sahneleri yaşattığı bir Poyraz Karayel’i daha geri de bıraktık.  Nedenlerimi sıraladım. Kendimle hangisinin daha baskın olduğunun savaşını veriyorum.  Sonra da geride bıraktığımız elli beş haftaya bakıyorum, işte o zaman hangisinin kazandığını anlıyorum. Beni kendimle savaşmak zorunda bırakmayan ,daha nice keyifli bölümlere, mutlu haftalar.

 

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER