Poyraz Karayel izlememin en büyük
sebebinin peşinden gidilesi o cümleleri olduğunu bana bir kere daha hatırlatan
ise Ayşegül oldu bugün. Sema’ya söylediği ‘Aynı şey. İnsan sevdiğinden
kaçıyorsa, ona yakalanmak istiyordur’ ile aldı götürdü beni. O kadar haklı, o
kadar doğru, o kadar insanın kendine bile itiraf etmek istemediği bir gerçeği
pat diye aldı ortaya koydu ki, kalkıp sarılasım geldi ona. Kaçarken bulunma
umuduyla geçtiği yollara dünyanın bütün ekmek kırıntılarını döken ve kuşlardan
başka hiç kimse tarafından kale alınmamış cümle sevenler Ayşegül’ün kapısının
önünde buluştu bir nevi. Sonra hele ‘Bin
kere kızsam, bin kere affedeceğim seni. Benim kaderim de bu’ deyişindeki o
kabulleniş, o kaderine razı oluş, başına Poyraz’dan doğru gelecek ne varsa
alnının en derin yazısı olduğuna bu kadar itirazsız inanması. Yazanın da oynayanın da ellerine sağlık.
Bahri Baba’ya sadakatlerini ispatlamak
için Sadrettin’i öldürmek zorunda kalabileceklerinin ağırlığı ile yüzleşirken, Sefer
yerine rakı masalarına oturttukları oyuncak ayıdan bir cevap arayarak gözlerini
ve gözlerimi dolduran Zülfikar ve Taşkafa’yı ne kadar sevsem az. Sadrettin’i
arayıp, arabaya bindirmelerindeki o tedirginlik, kötü kalpli kraliçenin emriyle
prensesi öldürmek için ormana götüren avcının, ona kıyamayıp bir geyik kalbiyle
geri döndüğü masalı getirdi aklıma. Çat diye adam öldürmekte çoğu zaman sakınca
görmeyen kocaman iki adamın o ürkeklikleri ne kadar tarifsiz sahiciydi,
izlemeye doyamadım.
‘Düşmanın attığı taş değil, dostun
attığı gül yaralar beni’yi bize hatırlatma zerafetini gösteren Bahri Bey’e
buradan selam eder, bir sonraki bölüme kadar esenlikler dilerim.