Yeni bir hayat
Çekilin yoldan, Mr. & Mrs. İplikçi geliyooo!
Zaman su gibi akıp gittiğine göre hepimizin hayatı da onun içinden geçen nehirlerdir. Bazen gürül gürül çağlar, bazen de debisi azalır veya su bulanıklaşır. Ama “mademki bir ırmaksın, çağlayıp akacaksın.” der Faruk Nafiz Çamlıbel. Bazen suyuna can katacak, ömrüne ömrünü ekleyecek bir aşk sayesinde coşar sular. Yatağını bulmakta zorlandığında da aşk girer devreye. Çünkü İso’nun dediği gibi; sevmek yönünü belirler insanın. İki nehrin karışmasıyla çoğalan hayatlar kaynaşıp ne yöne akacaklarına birlikte daha kolay karar verirler.

Ömer de birbirine karışan iki nehrin mutluluğa doğru akıp gideceğini vaat etti zaten. Abartılı hayaller yerine net gerçekleri sundu gene. Ama bu sefer kulağa güzel gelenleri.;) Tadını çıkara çıkara, özümseyerek “yaşayacakları” yeni bir hayatın başındalar; bazen çakıl taşlarını neşeyle yuvarlayarak, bazen yükseklerden çağıldayarak, bazı dönemeçlerde ise usulca akıp gidecek hayatları. O yeni hayatın başlangıcı da, cevabı önceden verilmiş yeni bir evlilik teklifi ile yapıldı.

Ömer’in “sürprizi” için belki daha büyük beklentiler vardı. Özel bir ambiyans yaratması, göz alıcı atraksiyonlara girmesi bekleniyordu. Ancak bu “fazla beklenmedik olmayan sürprizin”, doğal akışı içinde, doğal ortamında gerçekleşmesi güzel oldu bence. Sade ve zarif; tam Ömer İplikçi style. Hani “Gurur ve Önyargı” kitabını İz’den geri alırken Defne de tesadüfen oradaydı ve olayın doğal akışı içinde kendiliğinden özür dilenmiş, Defne’nin gönlü alınmıştı ya o sahnenin doğallığındaydı bu da.


Ve genç şövalye, prensesinin önünde diz çöker...

Doğa hazırlamıştı zaten onların dekorunu, yıldızların o ışıklı fırçası değmişti her yere. Daha evvel, meşhur 15 Mart’ta, sadece Defne’nin ışığıyla aydınlanan o bahçe bu sefer ikisinin birden renkleri ve ışığıyla aydınlanmıştı. Rengarenkti her yer, tıpkı büyülü bir masal diyarı gibiydi; Ömer’in Defne’yi benzettiği papatyalar, “ortanca” kardeş Defne’yi temsil ettiğine inandığım ve özünde “teşekkür” anlamını taşıyan ortancalar, ileride birlikte yapacakları kahvaltılarda omletlere konacak fesleğenlerle süslenmiş, pembesi moruna, kızılı turuncusuna karışmış bir masal diyarı…

Bahçeye konmuş kuş yuvası, akla doğrudan “yuvayı dişi kuş yapar” atasözünü getiriyor. Gerçekten de o evi yaşanılası bir “yuva” haline getiren Defne değil mi? “Bir evi yuva yapan, sevilen bir kadının eli ile sıcak kalbidir.”* Defne, o eve asistan olarak girdiği andan itibaren küçük dokunuşlarıyla zaten dönüştürmeye başlamıştı Ömer’in hayatını. Ama esas olarak oraya yerleştiği zaman kendi turuncu devrimini kalıcı olarak gerçekleştirdi. Başlangıçta tek bir saksıda getirilen bir minik çiçek büyüdü, yayıldı tüm bahçeye. Ömer’in Defne ile renklenen ve canlanan hayatının bir yansıması adeta o bahçe. Ömer’in her fırsatta sıkı sıkıya tuttuğu, şükranla öptüğü o bembeyaz eller güzelleştirdi o bahçeyi, Defne’nin sıcacık kalbi ısıttı.

Veya Defne’nin kuş yuvası gibi saçlarını temsilen konulmuştu o kuş evi, bilemiyorum. Ay yok, bu sefer inceden inceye giydiremeyeceğim laflarımı doğrudan söyleyeceğim. O saçlar, o kıyafetler ne mana? Çarşamba cadısı haller yakışıyordu ama bu bambaşka bir şey olmuş. Yani sadece tost yapıp bıraksalar gene iyi, bir de fırçalayıp iyice tiftik tiftik etmişler, yazıktır. Eh altına bir de hasta bakıcı kıyafetinden hallice bir kostüm giydirilince, “televizyonunuzun ayarlarıyla oynamayın, bir akıl tutulması izliyorsunuz” diye bir uyarı yazılması gerekiyordu bence.

Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER