Hazır orijinallik demişken Şehzade Mustafa ve Pinhan Ağa’ya
gelmek isterim. Fikir ve işlenişinin güzel olduğunu yazmıştım ama kısa sürede
bu fikrin üstüne çok gidildiğini görüyoruz. Ahmet Varlı ve Pinhan Ağa’sı çok
başarılı ama Mustafa’nın her anında sağdan soldan çıkması abartılı bir durum.
Hem karakter olarak Mustafa’yı (ve haliyle bizleri de) darlaması, hem de bu
sahnelerde Pinhan Ağa konuşurken onu göremeyen karakterlerin kadrajda hiçbir
şey yapmadan, bir şey söylemeden karşılıklı iki kişinin diyaloğu esnasında
beklenmeyecek şekilde uzun süreler bir şey söylemeden boş bakışlarla beklemek
durumunda kalmaları gibi.
Dur Pinhan Ağa'nın replikleri bitene kadar Mustafa'ya sanki ortada bir tuhaflık yokmuş gibi uzun uzun bakmaya devam edeyim bari ben. Ama bu korkunçlu müzik dikkatimi çok dağıtıyor :((
Pinhan Ağa’nın biraz daha az kullanılıp daha gizemli,
daha bir nereden ne zaman çıkacağı belli olmayan rahatsız edici bir karakter
olarak resmedilmesi bence daha yerinde olur. Üstelik ekibi bu sahnelerdeki
mizansen oluşturma sıkıntısından da kurtarır. 21. bölümde Has Bahçe’deki
sahnede Pinhan Ağa, Mustafa’nın peşi sıra giderken Halime Sultan rolünde Aslıhan
Gürbüz’ün aslında kendisi için orada var olmayan bir karakteri canlandıran
Ahmet Varlı’nın önünden geçmesini beklerken bir anlığına duraklayıp ondan sonra
yürümeye başlaması gibi mizansen hataları olabiliyor.
Şu cami çizimindeki ana yapı ve minarelere biraz daha doku ekleyip, detaylı bir hale mi getirsek ne Uğurcum?? Hollywood filmlerindeki görsel efektlerin post production aşamasında son dokunuşları yapılmadan önceki kabataslak gri eskiz çalışmalarına benzedi bu böyle. Şu karınca sürüsü gibi insancıkları da azıcık yürüyorlarmış gibi hareket ettirelim de gerçek gibi dursunlar bari.
Bölümün önemli denebilecek tek gelişmesi Sultanahmet
Camii’nin açılışıydı. Açıkçası benim için büyük hayal kırıklığı yaratan bir
sahne oldu. Bölümü izleyen çoğu kişi de böyle hissetmiştir sanıyorum. Sultan
Ahmet’in dönemine dair anlatmayı tercih ettikleri belki de tek adamakıllı
tarihi detay buyken, onda da camiyi tamamen CGI olarak tasarlayarak (ki pek başarılı
bir çalışma da değildi) ve yurtdışında daha çok “Blue Mosque – Mavi Cami”
olarak bilinen dünyaca ünlü bu caminin altı minaresinden ziyade asıl alâmet-i
farikası olan mavi çini işlemelerini tek bir kare dahi olsun göstermeyerek bir
“açılış” gerçekleştirmeleri, döneme dair eldeki son önemli detayı da resmen anlamsızlaştırdı.
İstanbul’un en turistik mekanlarından biri olan bu mekanda yetkili makamlardan
izin alıp kısa bir süreliğine çekim gerçekleştirmek belki mümkün olmamıştır ama
en azından ilk dizide Süleymaniye Camii’nin açılışında yaptıkları gibi
oyuncuları göstermeden caminin gerçek halinin çeşitli dış çekim görüntülerini
ve içindeki masmavi çinilerden bir kısmının görüntülerini alarak az da olsa
göstermelerini çok isterdim. Çekim yapmak için camiye ibadet etmeye gelen
insanları engelleyip mağdur etmeden çok kolaylıkla halledilebilirdi üstelik. CGI
bir Sultanahmet Camii görmek ve bu açılışı böyle geçiştirmek tek kelimeyle üzücüydü.
Yurtdışı gösterimleri için de büyük bir tanıtım şansı kaçırılmış oldu.
Püffff, çilekli yoğurdum bitti işte. Nereden bulucam şimdi ben bu saatte açık bakkal :((
Sultan Ahmet demişken Ekin Koç’la ilgili de bir paragraf
açayım. Ben kendisini en başından beri bu rolde izlemeyi seviyorum bildiğiniz
üzere. Ancak son üç bölümdür performansında gözle görülür bir düşüş olduğunu
söylemem lazım. Bunun da kendisinden değil, yine senaryodan kaynaklı olduğunu
düşünüyorum. Çünkü senaryo artık Ekin Koç’a öne çıkmasını sağlayacak hiçbir
sahne vermiyor. Canlandırdığı tarihi kişiliğin saltanatının on senesi birden
buharlaştırıldıktan, kendi döneminde figüran konumuna getirildikten sonra,
geçen haftaki yazımda resim altı yazılarından birinde de belirttiğim gibi,
zaten Sultan Ahmet’e köşesine çekilip ölmeyi beklemekten başka yapacak bir şey
de kalmadı. Oyuncuya da hak vermek lazım. Neler tasarlıyorlar bilemiyorum ama
diziye veda edeceği sezon finalinden ve Ahmet’in ölüm sahnesinden önce Ekin
Koç’u tekrar biraz canlandırmaları lazım.

Sana çok mühim bir sır vereceğim İskender Ağa. Biz bu sarayda istediğimiz zaman biçim değiştirebiliyoruz. Mavi gözlü doğanlarımız büyüdüklerinde kahverengi gözlü olabiliyorlar. Saçı kıvırcık olanlarımızın saç telleri düzleşebiliyor. Bu sayede haremdeki düşmanlarımızdan rahatlıkla saklanabiliyoruz. Seyirci bile iki bölüm sonra bizi tanıyamıyor. Çok eğlenceli ^^ Gel hadi, senin de gözlerini yeşile çevirelim.
Bir de başkaları için önemli olmayabilir ama benim için
sıkıntı yaratan bir durum daha var, onu da yazmazsam olmaz. İzlediğim seri
filmlerde ve dizilerde hem senaryosal, hem de görsel devamlılık konusuna
takıntı derecesinde önem veren biri olarak Kösem’de karakterlerin yaşları her
değiştiğinde bu karakterleri canlandıran oyuncuların saç ve göz renklerinin
değişip durmasından artık illallah demiş durumdayım. Hadi Kösem’in bir anda
sarışından esmere evrilmesini sineye çektik. Tarihte “karalığıyla” bilinen bir
kadın zira. Buna bağlı olarak sarı saçlı mavi gözlü olan kız kardeşinin kara
saçlı kara gözlü bir kadına dönüşmesini de görmezden geldik. Dilruba ve Meleki
karakterleri neden “yabancılaştı” peki? Hadi Dilruba öne çıkan bir karakter
olacağı için star bir isme oynatılması gerektiğinden Öykü Karayel’in Melisa
İlayda Özcanik’in kahverengi gözlerinin tam tersi masmavi gözlerini de sineye
çekelim. Haftalardan beri masmavi gözleriyle izlediğimiz Meleki neden
başkalaşım geçirerek kahverengi gözlü oldu? Çok mu zordu yani mavi gözlü bir
genç kız bulmak? Bildiğim kadarıyla şu an karakteri canlandıran oyuncu da zaten
bilinen biri değil. E o zaman seyirciyi bir kere daha yabancılaştırmaya ne
gerek vardı?

Ben Valide Sultan olduğum zaman kendime bir metrelik taç yaptıracağım Dilruba. Kafamdaki yeterince büyük değil. Koskoca İngiltere kraliçesi Elizabeth ufacık taçlarla son derece zarif bir kadın olabilir ama Topkapı Sarayı sultanları arasında görmemişlik ve kezbanlık bir gelenek ne de olsa. Şimdiden öğren bunları.
İlk dizide bir tek 4. sezonda Şehzade Selim ve Şehzade
Bayezid karakterlerinin göz renklerinde küçüklüklerini canlandıran oyuncuların
aksine tam tersi bir değişim yaşanmıştı. Kahverengi gözlü Selim, büyüyünce
masmavi gözlü, masmavi gözlü Bayezid büyünce kahverengi gözlü olmuştu. Bir tek
bu iki karakterde bu durum yaşandığı için çok fark etmemişti ama Kösem’de hangi
karakterin yarın hangi oyuncunun bedeninde sarışından esmere, renkli gözden
kahverengi / siyah gözlü birine evrileceği belli değil. O kadar çok oynandı
zira bu en temel devamlılık olaylarından birinde, tadı resmen kaçtı. Dediğim
gibi başka seyirciler için önemli olmayabilir ama beni oldukça rahatsız ediyor
bu “düzenli yabancılaştırma” politikası.

Sen daha geçen hafta Yedikule zindanlarına atılmamış mıydın Mehmet Giray? Bakıyorum da beş çayını yine hisarındaki avluda yudumluyorsun. Boşver sen şimdi Ahmet'e yapılacak suikastı falan da ne olacak bizim dizinin bu senaryosunun hali, onu konuşalım asıl. 10 yıl geçti, bir değişiklik yok. Buna bir dur demek lazım.
Her şeyi geçtim de 23. bölümde cevabını alabilmeyi
istediğim tek bir soru var. Hadi Fahriye Sultan’ın vaktiyle “ben Safiye Sultan
ve Sultan Mehmet Han’ın kızıyım” diyerek kendisini annesi ve abisinin
yaptığını, ensest ilişki meyvesi bir çocuk olduğunu beyan etmesini ve Bülbül
Ağa’nın Safiye Sultan’a 3. Mehmet padişah olduğunda saraydan çıkartılan on
dokuz tabuttan birinin boş olduğunu ikisinden başka kimsenin bilmediğini ve küçük şehzadeyi bu
şekilde kaçırdıklarını hatırlattıktan sonra Hümaşah Sultan’a aynı olayı
“tabutlardan birinin içinde başka bir çocuğun cesedi vardı” diye açıklaması
gibi senaryo ve devamlılık hatalarını unuttuk da (!!) daha geçen bölüm Sultan
Ahmet’in emriyle tekrar Yedikule zindanlarına atılan Mehmet Giray, bu haftaki
bölümde yine Rumeli Hisarı’ndaki konforlu mekanında özgür özgür ne arıyordu? Yoksa
koskoca padişahın emirlerini kimse mi ciddiye almıyor artık oralarda? :)