● Partiye nerden çıktığını anlayamadığım çok fena janti yeni arabasıyla tek başına gelen İplikçi, seni ben bile kurtaramam. “Nişanlanıyor musunuz?” diyen basın mensuplarına “evet ama yanında suratımın sirke sattığı Fikret’le değil şu az ilerideki maskeli kızıl afetle” türünden bir şov yapmanı asla beklemiyordum, ama mekana aslında olmadığın gecelerin cool adamı gibi gelmen de pek hoş olmadı, teeeers oldu cicim.
● Saçma sapan magazin haberlerin, torba gibi büzülemeyen ağızların suçlusu da Ömer değildir ama, kusura bakılmasın. Özel hayatı konusunda basın açıklaması yapacak en son adamın Ömer İplikçi olduğunu bilmiyorsak... diye başlayan cümlem bile yarım kalıyor; çünkü böyle bir şeyi bilmiyor değil ancak bir an için düşünemiyor olabiliriz. Ömer’den Defne’ye esası bir şov beklediğimi söylerken de gerçekçilik sınırlarını ihlal etmiyordum; ki o şov konusuna ayrıca geleceğim.
● Sude ile gereksiz uzun bir dans gösterisi icra eden Sinan’ı oracıkta bırakıp gitmeyen ve “tribi de ben atarım, elini de ben tutarım” diyebilen Yasemin; seni “dişilerde rekabetle mücadele süreci”ni başarıyla tamamladığın için tebrik ediyoruz. Öyle bir süreç mi varmış ben de bilemiyorum, ama varsa aşağı yukarı bu türden esaslı bir özgüven ve cool’luk gerektiren adımları içeriyor olmalı.
● Aynısını Defne’den de bekliyordum diyemiyorum, çünkü bu konuda da fazla realistim huyum kurusun. Ama Ömer’in 20 bölüm önce bıktığını söylediği o gel-gitlerin en sonunda durulmasını, ve Defne’nin o aslan yelesinden halice saçları ve tropikal elbisesiyle adeta(sı bile fazla) bir amazon kadını gibi gelip Ömer İplikçi’nin Defne’si kimmiş göstermesini bayılarak izledim. Bayılma konusunda seninle yarışıyorum hatta Ömer. Kaybetmekten korktuğun kişi, sana bu korkuyu yaşattığı için içinden boğazlamak gelse de tersine en sıkı sarılman gereken kişidir. En büyük alkış sana Ömer’in Defne’si! (Senin nihayet orada esaslı bir şekilde dökülmene de ayrı bir alkış Ömer, büyülendiysen demek ki ^^)
● Sanırım Yasemin’e de en az bana geldiği kadar ultra saçma geldiği için Sude’nin hatta şimdi de Neriman’ın “vurucaz kırbacı, Sinan bizim olacak” tavrı, onu korkutup Sinan’la arasını açmıyor. Korktuğunda en çok sevdiğine zarar veren Yasemin’in dalgalı denizlerinin Sinan’ın dalgakıranlarıyla sakinlemesi candır. Çok seviyorum bu ikiliyi.
● Birkaç bölüm önce “ne olursa olsun elini ben tutucam” ve hiç bırakmicam” diyen Defne’yi, ona ne olursa olsun elini hiç bırakmayacağına dair söz veren Ömer tamamlıyor. Siz çok iyisiniz, yerim sizi şu an, ama benim saatli bir bomba gibi tik tik atan yerli dizi izleyicisi bilincim efil efil esen korku rüzgarları altında titriyor, arabanın arkasında varsa bir battaniye neyin üstüme atın olmaz mı?
● Şimdi, benim bundan bir şüphem yok, ama bazı Defne’lerin inanması için bazı Ömer’lerden duyması gereken bir takım “seni seviyorum”ların, bir takım seni, seni ve “yalnız sen”i’ lerin olduğunu da anlıyorum. Ben bu kadar haftalık ekran macerasının – kendisi ile beraber – yonttuğu bir Ömer İplikçi izleyicisi olarak “oysa sözler ne kadar boş insan sevince diyebiliyorum; ama tepkilerden anladığım kadarıyla bu benim acayipliğim ;) Dolayısı ile bölüm tag’leri gibi konuların çok kritik olduğunu düşündüğümü şuraya iliştireyim. Bunları işitebilmeliyiz, hem de mümkünse bize hissettirildiği kadar kallavi, esaslı şekilde.
● Geçen bölümün sonunda Defne ve Ömer’in için ‘aşk beraber aynı yöne bakmak’ kadar, ‘başka yöne dönükken bile birbirine bu kadar güzel bakmaktır’ demiştim. “Birlikte aynı yolda aynı yöne yürüyelim” diyen Ömer beyler bundan mütevellit kalbime ayrı bir oturdu, ama ben orada parmakların birinden o yüzüğün diğerine geçtiği o anı “sonsuz aşkınızın ilk yıldızı olarak daima hatırla”dığınızı da duydum, siz söylemeseniz de ;)
● Son olarak; bahçeye tüm o ışıklandırmalar & bitkilerle beraber konuşlanıveren bu kuş yuvası bize ne söylemeli bilmiyorum– Ömer’in peyzaj mimarisine merak saldığı? – ama Defne, sana söylediği şey bence açık: Bu yuvanın dişi kuşu sensin. Ve sonunda, yuvana hoş geldin.