#kardeşkavgası etiketiyle sağdan şehzade kavgası gösterip, soldan Kösem&Yasemin kavgası ile vuran bölümde, şehzadeler arası kavgaların "kız meselesi" ile alev alması tercihini sevmedim. Osman ve Mehmet'in birbirine girmek için zaten yeterli argümanı varken işin odağına kız meselesini yerleştirmek, bana kolaycılık olarak göründü, umarım buradan yürümez.
Mehmet'in, Osman kıskançlığına rağmen, Osman'ın adalet ve doğruluk simgesi olarak, kıskançlıktan hiç nasibini almamış, ortalıkla neşeli neşeli dolaşmasına ise insan hayret ediyor. Muhteşem Yüzyıl'ın ilk serisini, şu anki haremin tadının tuzunun hiç olmadığını bilecek kadar iyi izledik. Osman, annesini hatırlamaz ama biz Osman'ın bu denli neşeli bir çocuk olmasını sağlayan genlerin Mahfiruze Sultan'dan gelmiş olamayacağını da biliyoruz. E Ahmed'in içine dede kaçmış ruh durumu da ortada. Geriye bir tek teori kalıyor: Osman'ın çok iyi bir öğretmeni var. Taner Ölmez'in kendine has sempatikliği, karakterinin de sempatikliği ile birleşince, Osman-Mehmet kavgasında, hangi tarafta yer alacağımıza karar vermek pek zor değil. Sadece Mehmet'in Kösem'e "üvey hissettiği" itirafı dokunaklıydı, Mehmet belki oradan biraz puan alır.
Ne kadar da bakışlarıyla ayar veren bir çift
Padişahım civanım Ahmed'in durumu ise vahim. Bu çocuğun derdi de hiç bitmedi. Yok, büyük başın büyük derdi değil onunki, gayet biz küçük insanlar gibi dertleri var. Onu mide ağrısıyla kıvranır gördükçe, mide hastalıklarını tetikleyenin endişe olduğu aklıma geliyor hep. Empati yeteneğini ise hep takdir ediyorum. Koskoca padişah kalkmış hatunuyla empati kuruyor: hayatıma başka kadınların girmesine tahammül edememeni anlıyorum, diyor. Tatlı mısın sen ya! Uyarırken de esip gürlemek yerine kibar kibar "haddini de nerede duracağını da bil" demekten daha güzel bir cümle kurulabilir miydi?
"Sanki burada benden habersiz bir şeyler dönüyor, tam anlayacak gibi oluyorum, kaçıyor."
Yalnız artık o da yavaş yavaş bir şeyler döndüğünü anlama hislerini geliştirdi gibi, ne dersiniz? Zülfikar'ı bir süzdü, bir ağzından laf almaya çalıştı. Zülfikar da aslında tam adamı, azıcık dürüstlükten gem vursa dökülecek. Ahmed'ciğim bu iş böyle olmayacak, sen en iyisi bir gün çağır Zülfikar enişteni sofrana, dertleşin. Hatta "oğlum bak bu kadınlar bizi ayakta uyutuyor, cümle aleme rezil olduk. Gel bari sen anlat şu dönen dolapları!" diye söze başla, bak neler öğreneceksin. ^.^
"Ne kadar da küstahlığı küstahlığıma denk bir adam!"
Dilruba yavaş yavaş ısınıyor. Davut'la harika bir çift olacaklarına dair hayaller kursam da Mustafa Üstündağ'ın jenerikte konuk oyuncu olarak yer alması, Dilruba'nın vuslatının daimî olmayacağı sinyalini çakıyor. Olsun, zaten şeytan azapta gerek! ^.^
Hüm&Zül cephesi ise, tarihin en kötü kısaltma isim çifti olmasının dışında, kaynana entrikasından nasibini alan sıradan bir çift olma yolunda ileriliyor. Tek fark Safiye Sultan'ın entrikalarının hiçbirinin odağında olmamaları, onlar dolaylı olarak etkileniyor. Yine de Hümaşah'ın taşıdığı genlere rağmen kocasından bir şey saklamamasını takdir ediyorum.

"
Kimselere göstermediğimiz sinsi gülümsemeleri yakalayan kamera buradaymış dediler."
Sinsi ve hain bakışların hakkını vermekte iyi olduğunu bu bölüm kanıtlayan, ancak Kösem karşısında dişli bir rakip olmaktan çok uzak Yasemin'e gelince... Açıkçası Ahmed'in ona ilgisine hâlâ geçerli bir sebep bulabilmiş değilim. Mesela, Kösem'de göremediğimiz, o Hürrem'e özgü işve ve cilveyi Yasemin'de görebilseydik keşke. Hem ikinci seride göremediğimiz o cilveli cesur hareketleri görür rahatlar, hem o cilvelerin sadece Hürrem'de güzel olduğuna ikna olur, çenemizi kapatırdık, hem de Ahmed'in ilgisi anlam kazanırdı. Yasemin bence hâlâ haremdeki "herkes" gibi.
Muhteşem Yüzyıl Kösem 'de arada birkaç bölüm tam dişimize göre kıvamına geldi, derken zaman atlamalarının vakti geldi, taşlar bir kez daha torbaya toplandı, şimdi tek tek yerlerine dağılıyor. "En güzel günlerimiz henüz yaşamadıklarımız" umudundayız, ancak o günlerin tekrar bize yaklaştığını da hissetmek istiyoruz, beklemedeyiz merkez.