Muhteşem Yüzyıl Kösem’de, dolu dolu 15. bölümünün ardından
işlenen ve “son basamağın” son kurbanları olan geçtiğimiz iki bölümün ardından,
nihayet uzunca yayılan gelişmelerin sona erdiği ve iki basamaklı sonuçlanma
evresinin ilkiyle karşılaştığımız; keyifli, beklenen ipliklerin
ilmiklendiği, bir o kadar “gerçekçi” sahneleriyle geceye damga vuran bir 18.
bölüm izledik.
Gerçekçi sahneler dedim çünkü Zülfikar’ın zehirlenmesi ve
ardından süregelen bir “kusturma” operasyonun iğrençliği, her birimizin
midesini kaldırmaya yetti de arttı bile. Belki de 18 bölümün en doğal, en
hakiki ve en realist sahnesini izlemiş olduk çünkü onlarca dekor malzemesini
mahfeden, kostümleri siyah lekelere boyayan ve oyuncuların birbirine ağız
dolusu tükürmesine kadar varan bu sahnenin
gerçek bir “operasyon” havasını bu kadar reel bir biçimde verişi biz ekran
karşısındakilere “tuhaf” bir olmuşluk havası yaratmadı değil. Haliyle
her ne kadar midemizi kaldırsa ve annemin Zülfikar’a değil de Hümaşah’ın
kaftanına acıması gibi trajedi sonuçlar doğursa da böyle sahnelerin anlık
bereketi eminim Kösem’in izlenesi havasını daha çok genişletiyor, keyif
veriyor.
Bölüm haliyle isminden de mütevellit “kırmızı kaftan"ın akıtacağı kana bağlı olarak Derviş Paşa’nın idamı üzerine kurulmuştu. Muhteşem
Yüzyıl’da hiçbir zaman ölümler ani, beklenmedik ve izleyiciye şok etkisi veren
sahnelerle sonuçlanmadı. Yani biz asla “Kızıl Düğün” tarzında ölümler,
katledilmeler ve idamlar izlemedik. Muhteşem Yüzyıl genellikle ölümlerin
sebeplerini daha bölüm başından, hatta birkaç bölüm evvelinden uzunca vererek
haftalar öncesinden “biz bu karakteri öldüreceğiz” mesajıyla izleyiciye ölümü
ifşalayan ve asla “şok” etkisi yaratmayı gütmeyen; seyirciyi beklenmedik ve ani
bir ölümle şaşırtmak yerine ölüm sebeplerini ve hikayesini genişçe yayarak izleyiciye
ölümün anlık duygusunu ve karakterler üzerindeki etkisiyle iz bıraktırmayı
amaçlayan bir tarzla hareket etti. Bu nedene bölümün çoğu Derviş Paşa’yı idama
götüren etmenlere, vedalaşmalara, ihanetlere ve sözlere yol açan sahnelerle
doluydu. İbrahim Paşa'da, Şehzade Mustafa’da ve dahi birçok karakterin
akıbetinde olduğu gibi Derviş Paşa'nın da öleceğini bilerek ancak karakterlerin ölüm üzerindeki
etkisini merak ederek yine bir Muhteşem Yüzyıl tarzı ‘final’ izledik, olsun.
Sonuçta vadesi doldukça dolan, hatta yavaştan taşmaya başlayan Handan ve Derviş’in
artık sonuçlanan, sonuçlanmaya başlayan hikayelerinin “bitiş” çizgisini görmek
biz seyircilere derin bir nefes aldırmadı değil; bu nedenle olacak ki Derviş’in
klasik tarzdaki ölümü bile izleyici rahatlattı. Öte yandan, 6. bölümün son
sahnelerinde gördüğümüz Derviş’in aşkını itiraf edişinde umut ederek
heyecanlandığımız ancak daha sonradan olmayacağını anladığımız Handan-Derviş
ilişkisi de en güzel şekilde kotarılarak son buldu; nihayetinde bitmiş bir
karakterin taşmaya başlayan damlalarını en güzel şekilde emdirip ıslatarak
nihayete erdirdiler.
Muhteşem Yüzyıl Kösem’in karakter deryasındaki bu
bulanıklığına karşın, ne reytinglere, ne eleştirilere rağmen tek bir karakterin
hikayesi, amacı, ideali ve özgünlüğü bozulmadı: Safiye Sultan. Kösem Sultan,
Sultan Ahmed ve diğer birçok idol olabilecek karakterin gelişimi sapmış ve
çizelgeleri değişmesine rağmen Safiye Sultan’ın ilerlediği yol asla bozulmadan
çizilmeye devam edildi ve her türlü aksaklığa rağmen bu karakterin gelişiminde,
derdinde tasasında ve uğrunda harcadığı yolda hiçbir bozukluk, asimetrik yaşanmadı.
Haliyle şu an bölümlerdeki birkaç dakikalık sahnesini heyecanla izlettiren, “kayıp
şehzade” öyküsüyle en çok merak uyandıran ve ileride ne olacağıyla ilgili daha da heyecanlandıran Safiye Sultan
karakteri izleyici için dizide bir “idol karaktere” dönüştü. Lakin bu çok
tehlikeli bir durum zira Safiye Sultan’ın ölümünün ardından dizide onun
yokluğunu hissettirmeden ideal olabilecek tek karakter Kösem’ken, Kösem’in
izleyici üzerinde bilerek yahut bilmeyerek bırakılan “itici” havasının bir
an önce son bulması ve izleyicinin çok geçmeden Kösem’i benimsemesi şart.
Yazı devam ediyor...