İnsanın söylerken bile içini titreten şeyler vardır. Belki
geçmişinde yaşamış olduğu bir “an”dır bu, belki de hissetmiş olduğu bir “duygu”.
Ve yaşamasına bile gerek yoktur bazen. Bir kitap okur ya da bir film izler ve o
tanıdık “şey”i ne zaman hissedecek olsa yüreğinin bir köşesi tir tir titrer.
Aşk da böyleydi benim için. Okumak ve izlemek, herkesin
tarifi konusunda bir parça tekinsiz hissettiği bu “şey” karşısında kendimce bir
izlenim edinmeme yetmişti. Aşkı hiçbir zaman sevgiye denk hayal edemesem de, ne
zaman bir sevmek düşünsem içimde hep aynı yer titrerdi. Buradan Kiralık Aşk
serüvenime nasıl başladığıma bir pay çıkarıp, zaten bir hayli sıkkın olduğunu
düşündüğüm canınızı daha fazla sıkmayacağım merak etmeyin. Nasıl başladıysam
başladım işte. Biz gibi, siz gibi, onlar gibi. Varmak istediğim nokta bu yazıyı
nereye götürür şimdilik kestiremesem de, şu an bu satırları yazarken aklımda
sadece ciğerimin sağ köşesi bellediğim Ömer’in ve yine benzer şekilde sol
köşesini vermekten çekinmediğim Defne’nin harcanışı ile harman edilmiş
vaziyette olduğumu bilmeniz belki de sizin açınızdan daha selametli olur.
19 Haziran 2015 Cuma akşamından itibaren bütün cumalarını
şimdiye kadar zevkle kiralamış olduğunu düşündüğüm sevgili Kiralık Aşk
izleyicisi, girişten de anlayabileceğin üzere maalesef ki sana şevkle moral
veremeyeceğim zira hüznü mutluluktan daha hızlı giyinip kuşanabilen bendenizde
kendisi taze bitti, bitirdiler. “Aah Kiralık Aşk ah! Katran karası kaderimiz!”
diye şimdi yığılıp kalacağım şu köşede, lütfen beni ayağa kaldırmaya
çalışmayınız çünkü daha da takatim kalmadı.
Hayatım komedi bende, sen rahat ol, yaz bakayım oradan bize beş porsiyon romantizm...
Haftaya başlarken, her ne kadar benim için zamanın durmasını
istediğim zamanlarda olsak da, bugün izleyeceğimiz bölümden anlamsız bir biçimde
çok ümitliydim ve bir an önce cuma gelsin de haklı çıkayım istiyordum. Yanlış sinyaller topladım belki de ondan oldu bilemiyorum.
Sadece bir tane fragman vardı bildiğiniz üzere. Aha, dedim kesin bir şeyler olacak
ondan vermiyorlar ikinciyi. Çünkü benim izlediğim Kiralık Aşk şaşırtmayı
severdi. Bir şeyler gizliyor, bilerek eksiltmeye gidiyorsa bunun altında bir iş
var demekti. Düşünmesi güzeldi tabii böyle, insan geçen hafta izlediği şeyi
tekrar tekrar izlemek isteyip de dönüp dönüp bakmayınca neler olduğunu
unutuyormuş. Ben de biraz hafızam kabullenmek istemediği için bir parça da Ömer’imin
yüzüne ufaktan ufaktan bakmaya tekrar başlayabildiğim için Fikret Gallo gibi
bir faktörü unutmuşum ne yazık ki. Fragmanda da gözümüze gözümüze sokmuşlar
hatta yetmemiş ağzımızdan burnumuzdan da Gallo’yu itelemeye çalışmışlardı
halbuki ama umut işte ne yaparsınız, fakirin ekmeği. Bir iş varmış bir şeyler
olacakmış sahiden, FikÖm gibi mesela…
Dedim ya pek bir ümitliydim, sırf bölüm sonunda güzel güzel
şeylerden bahsedebileyim, Fikret var ama yok sayabileyim diye ara ara boş
vakitlerimde eski bölümleri izledim. Keşke izlemeseymişim. Bir o bölümlere
bakıyorum bir de şimdi izlediğime ve maalesef ki şimdikini izlemeyesim geliyor.
İçimizi titreten şeylerden bahsetmiştim ya hani, eski Ömer’e bakmak bile iç
denizimdeki balıkçı kayıklarını fırtınalarda alabora etmeye yetti. “Alt tarafı
bir dizi, ne abarttın” demeyin sakın. Biz abartmak için sevmedik mi Kiralık Aşk’ı?
Bize -kendisinin böyle bir vaadi olmasa bile- yaşayamadıklarımızı versin, duygumetremiz tavanlara vursun da her
yanımızdan kalpler çıksın diye? Ve biz yine bilmiyor muyduk sevgili Kiralık Aşk
izleyicisi, hiçbir mutluluk sonsuza dek sürmezdi. Hele söz konusu mevzuya Defne
dahilse, 24 saat bile süremezdi mutluluk ve biz bunu bile bile sevmiyor muyduk?
Bazen 7 gün bazen 14 günde bir yakalayacak olsak da mutluluğu, sırf sonunda elbet Defne ve
Ömer’e ait olacak diye kovalamalara doyamıyor değil miydik?
Doyamıyorduk tabii ya.
Yazı devam ediyor...