Ev neresidir? Bir evin varlığı insana neler hissettirir? Siz ev denince
neler düşünüyor ya da hissediyorsunuz? Ben annemi ve babamı hatırlıyorum
mesela. Çocukken attığımız kahkahaları, kardeşimle kavgalarımızı, anılarımı
hatırlıyorum. Dört duvardan ibaret o soğuk beton yığınını değil. 80 metre kare
gecekondu da, 800 metre kare villa da aynı aslında. İçinde sevdiklerinle
geçirdiğin güzel günlerin anısı olsun, kulağına uzaktan gelen ama tanıdık bir
ses çalınsın, anne kurabiyesinin kokusu burun direğinde bir sızıya sebep olsun.
Evin dört köşe duvarının çok da bir anlamı kalmaz o zaman. Anlaşılan evimi
çok özlemişim. Diziyle bu girizgahın alakasına gelirsek bu satırları yazma
sebebim elbette yetimhanenin satılıyor olması. Kızların yetimhane için bu kadar
üzülmesinin asıl sebebi de sevdikleri insanlardan ve sahip oldukları birkaç
güzel anıdan kopmak istememeleri değil mi? Yetimhane onların gönüllerinin
bağlandığı, kardeşlik duygusunu yaşadıkları yer.
Gel gelelim, yetimhanede çıkan ufak bir yangın ile binanın tarihi eser
sıfatını kaybetmesi bana biraz saçma geldi. Sonuçta Haydarpaşa Garı da,
Galatasaray Üniversitesi’nin Ortaköy’deki binası da çok büyük bir yangınla
neredeyse kullanılamayacak hale geldi ama tarihi eser sıfatını kaybettiklerini
hiç hatırlamıyorum. Bu yüzden İç Mimarlık öğrencisi bir arkadaşıma bununla
ilgili bilgisi olup olmadığını sordum. Şimdi bilenler elbet vardır tarihi
eserler üzerinde inşaat yapmak hatta bırakın onu izin almadan çivi çakmak bile
yasak. Bir sürü kuralı var. Uygulamada işleri daha kolay yapmak adına böyle
basit yangınlarla bina tarihi özelliğini kaybetti safsatası kullanılarak
binalar imara açılıyormuş sanırım. Aslında olması gereken bina tamamen yanmış
bile olsa benzer bir yapı yapılmasıymış. Bununda şartlara bağlı olduğunu
öğrendim. Şu an arkadaşımın anlattıklarını tam aktaramamış olabilirim kendi
alanım değil ama konuştuklarımızın özeti bu şekilde. Tabii yanlış aktardıysam
doğrusunu öğrenmek isterim.
Tarihi eser göz önünde olmayınca yani kamuoyu oluşmayınca saman altından su
yürüten tipler ne yazık ki katlediyorlar şehirlerimizi. Şimdi bir Galatasaray
Üniversitesi yıkılsa, yani yıkılmaz diyemem burası Türkiye sonuçta ama, daha
çok insan tepki gösterir. Ücrada bir binayı yıktıklarında tepkiler o kadar
büyük olmuyor ve güçlü güçsüzü ezip geçiyor ne yazık ki... Belki ekibin sahneleri
çekme amacı çok daha farklıydı ama ben tamamen tarihin ve şehirlerin dokusunun
kaybolmasından rahatsız olan biri olarak izledim. El altından keşif bile yapılmadan
bir binaya tarihi eser sıfatını kaybetmiştir belgesi verilebildiğini üzülerek
izledim. Kızların bir şekilde yurtta kalacağını düşündüğüm için sanırım daha
çok bu yönü ilgimi çekti meselenin.
Kemal'ime sormadan imza kampanyası mı yaptınız siz? Tüü utanmazlar!(Mesude) Ama bu demek değil ki kızların durumuna üzülmedim. Hayat en sağlam tokadını
küçücük yaşta bu çocuklara savurmuş zaten. Aileleri yok, sığınacakları bir
liman yok. Hayatta kalmak için sığındıkları şeyleri de ellerinden alarak mı
yardım edeceğiz onlara? Bir çocuğu anne babasının mezarından fersah fersah uzak
bir yere göndererek mi? Biz bu çocukları korumak için almadık mı kardeşim
devlet korumasına? Eee o zaman Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı niye buna
bir çözüm bulmuyor? Basit bir konu olarak görülmüyordur değil mi?
Kızların yetimhaneyi kurtarmak adına bir şeyler yapmasını zaten bekliyordum.
İmza toplamaları, Güney, Serkan ve Cenk’in kızlara yardım etmesi hatta
Mesude’nin bile yardım etmeye çalışması duygu geçişleri ve benim gibi hafızası
az buçuk kuvvetli olan birinde geçmişe yolculuk hissi yarattı. "Nereden nereye"
dedim izlerken. Nereden nereye? Annesi kendisine inansın evine dönsün diye dua
eden Eylül ve yetimhane kapanmasın diye imza toplayan Eylül. Yetimhane kızları
ile dalga geçen Güney ve Cenk nerede, yurt kapanmasın diye çırpınan çocuklar
nerede? Aslında ilk bölümlerden beri ne kadar çok şey değişmiş değil mi?
Devletimin kurumunda isyan etmeye utanmıyor musunuz siz? (bknz.Kraldan çok kralcı olmak) Neriman Hanım’ın vicdanı olup olmadığından şu kadar bölüm geçti hala emin
değilim. Bazen bir an oluyor "helal olsun kadına" diyorum. Bazen de zıvanadan
çıkıyorum arkadaş. Mesela Kemal’i yakasından tutup atması, paragözlük yapmaması
ve Kemal’in getirdiklerini almamasına "helal olsun" dedim. Ama sonra belediye
sahnesini izledik. Yıllar önce Neriman Hanım’ın gece altını ıslattığı için
dövdüğü bir çocuğun o acıyı hala çektiğini gördük. Neriman Hanım’ın çocuğu
unutması ama Yeliz’in onu unutmamasını…
“Senden bir şey olursa dişimi kırarım.” Bir insan evladı hayatında egosu
tavan yapmış kaç kişiden bu lafı duymuştur acaba? Ama ne yazık ki hepimiz Yeliz
kadar şanslı olup “kırsanıza dişinizi bakın ben bir şey oldum” diyemiyor tabii.
Yeliz’i izlemek canımı yaktı. Neriman Hanım’ın şu an yurtta kötü davrandığı
kızları düşündüm. Acaba onlar da bir gün Yeliz gibi Neriman’ın karşısına dikilip
hesap sorabilecekler mi?
Feride ve Toprak’ın evinde geçen sahnede ise aklıma bir şey takıldı. Toprak
Feride’ye çocukların hepsini evlat edinemeyeceğini söyledi ya, Feride’nin
kızlar için fedakarlığından yola çıkarak şuna takıldım. Feride bir ara kızların
ısınma problemleri için kredi çekmişti ya ne oldu o? Biliyorum kel alaka ama
aklıma takıldı işte.
Dertler derya olmuş ben de bir sandal... Ama asıl anlatmak istediğim olay Aleyna’nın başına gelenler. Geçen hafta
Meral’in annesine yapılanların çizgiyi aşmak olduğunu dile getirmiştim. Seher’e
orada yaptıkları yenilir yutulur cinsten bir şey değildi. Ama başımıza kötü
olaylar gelmesi bizim kendi adaletimizi sağlayabileceğimiz anlamına gelmiyor.
Karşı taraf çok kötü biliyorum. Ama kısasa kısas, onlar bana kötülük yaparsa
ben de onlara yaparım mantığının anlamadığım bir noktası var. Onların yaptığını
yaparsan doğrunun doğruluğu nerede? Yani mağdur olanın kötülüğü yapandan ne
farkı kalır ki? Evet, Aleyna hiç düşünmeden yaktı Seher ve Meral’in canını. Ama
bu bir dava olsaydı kusurlar karşılaştırılırdı. Yani Aleyna ne kadar Seher’e
yaptıklarında haksızsa, kötüyse Meral de Aleyna’ya yaptıkları ile o kadar kötü
o kadar haksız maalesef. Toprak’ın dediği gibi kötü şeyler yaşamış olmaları
onlara istediklerini yapma hakkını vermiyor. Seher Meral’in annesi bile olması
da bir insanın annesi için her şeyi yapabilecek olması da bu gerçeği
değiştirmiyor.
Bu konuda Seher’in tepkisini takdir ettim. Kendi yaşadıklarına rağmen
kızının yanlış yaptığını söyledi. Öfkeye kapılmadı, kibirli davranmadı. İyi bir ebeveyn gibi
davrandı. Hastanede hem kızının yanlışını kabul etmesi hem de evladını
ezdirmemek için uğraşması mesela, beni benden aldı. Emine Teyze’den sonra nadir
gördüğümüz bir şey "iyi anne" biliyorsunuz. Nefes aldırdıkları için, hala umut
olduğunu hatırlattıkları için iki büyük oyuncuya da teşekkürler. Doğruyu
savunan insanlara ihtiyacımız var. Televizyon ekranındaki hayali karakterler
olsalar bile. Çünkü teknolojinin etkisi gittikçe büyüyor ve doğruyu yanlışı
televizyon ve bilgisayarlardan öğrenen bir nesil yetişiyor. Ha, bir de Meral’in hatasını telafi ettiğini görmek istiyorum. Aleyna’dan özür mü diler
bilmiyorum artık. Ama yaptığının sonucu çok daha ağır olabilir Aleyna kazadan
kurtulamayabilirdi. Aleyna’nın ailesi olayın peşini bırakmaz gibi geldi bana
ama çocuklar arasında hallolsa daha mutlu olurum.
Yazı devam ediyor.