Nihan, Kemal gelene kadar Emir’in
taşlarını dizdiği ve kurallarını belirlediği satranç oyununda altından bir
piyondu sadece. Evet çok değerli Emir’in gözünde, ama yine de elde edilecek,
elde edildiğinde de en güzel cam fanuslarda saklanacak bir piyon. Emir, Nihan
tarafından sevilseydi ve annesi hayattan vazgeçişiyle, babası da hırslarıyla onda
o büyük travmaları yaratmasaydı acaba nasıl bir adam olurdu diye merak etmiyor
da değilim. Keşke paralel bir evrende, bir bölümlük böyle bir şey izleme
imkanımız olsa. Kemal ise en büyük ve alt edilmesi gereken düşman; şah! Ya bu
oyunu tamamlamalı ya da oyun masasını dağıtmalı. Şu an için o gecenin tek
tanığı olan Karen ölmüş gözükse de Tufan ve onun elinden tutan gölge patronu
var daha cepte. Bu oyun sonunda tahtada kalan tek şah Kemal olacak!
Tufan’ın hizmet ettiği adamı çok
merak ediyorum. Ya da belki de kadındır? Emir’in annesi gerçekten de yıllardır
o kadar kifayetsiz bir şekilde mi yaşıyor? Emir’in ofisindeki satranç
tahtasının yanında duran at kafası, belki de evinin içindeki hain Truva atını simgeliyordur.
Sadece hasta yatağında uzanmak için seçilebilecek onlarca figüran arasından
Ayşen İnci gibi bir oyuncu seçilmişse, rolünün hakkını vereceği günlerin
geleceğini tahmin etmek güç değil. Buradan olmasa başka bir yerden hikayeye
dahil olacaktır.
Karen’in her ihtimale karşı kocasına "o gece" ile ilgili bir şeyler anlatmış olması da ihtimal dahilinde tabi. Ama cezaevinden nasıl
çıkar bilemiyorum. Eşlerini, sevgililerini ‘gerçekten’ öldüren diğer “adamlar”(!)
gibi duruşmalarında takım elbise giyip kravat takarsa yırtar belki. Zira Emir
ile anlaşmalarının sonunda Emir’in sözünü tutacağının da bir garantisi yok. 1
yıl sonra hapisten çıkarılacağı vaat edildi kendisine ama sağ çıkacağı da
söylenmedi. Helada adam şişlemek çok eski bir cezaevi geleneğidir, biz tüm
dizilerde böyle gördük böyle bildik. O bir yılın sonunda dört kollu içinde de
çıkabilir dışarı, benden söylemesi. O yüzden Kemal’e güvenmekte yarar var yine
de.
Ben dönyanın en gözel garısıyam!
Zeynep her türlü
Yeşilçam klişesini yaşıyor maşallah. Önce Önder Somer kılıklı Emir tarafından
kandırılıp(!), iğfal edildi. Ardından gizlice evlendiği için ailesi tarafından
evlatlıktan reddedildi. Son olarak almaya başladığı adab-ı muaşeret dersleri ile
de döngüyü tamamladı. Geriye bir tek sevdiği adamdan(!) olan çocuğunu başkası
ile büyütmesi kaldı ki evlerden ırak…
Soydere ailesi de ne dram yarattı yahu.
Cenazeymiş de, yok evden biri azalmış da, düğüne katiyen gitmezlermiş de. Ne
yaptı yani bu kız bukkadar büyük tepki verilecek? Aynı şeyi mesela Kemal
yapsaydı da böylesi bir tepki verilmezdi diye düşünüyorum.
Bunca efkârı
dağıtmak için kahve biraz yanlış bir tercih olmadı mı sence de? Açayım mı bir küçük?
Leyla’nın bir umut o evi Vildan’a
kaptırmayacağını düşünüyordum. Hani hep iyiler kazanır ya! Mutlaka yetişecekler
açık artırmaya veya Kemal bir önlem almıştır diye ummuştum ama olmadı. Leyla şimdilik
bir hayat kaybetti Vildan’a. Ama belki de yıllar önce kaybettiği “esas hayatını”
söke söke geri alması, çekildiği inzivadan uyanması için gerekli bir adımdı. Yine
de çocukluğunun geçtiği evi terk etmesi, bir geçmişin tüm anılarını ardında
bırakması buruyor kalbini. Anılar zihnimizde, nereye gitsek bizimle gelirler de
yaşandıkları odalarda yaşamak, sokaklarında gezinmek de ayrı bir huzur verir. İnsanın
çocukluğu güzel geçmişse eğer, geçtiği yer de dünyanın en güzel yeridir her
zaman, ne kadar eski, köhne veya pis olursa olsun.
Her yeni gün yeni hikaye
demekmiş, öyle dedi Kemal. O zaman her gün farklı dehlizlerin karanlığında
yaşanan bu hikaye de ‘günü geldiğinde’ gün ışığına kavuşacak demektir. Yeter ki gün eksilmesin penceremden!**
*Necdet Goncagül
**Cahit Sıtkı Tarancı, Gün eksilmesin
penceremden