Etrafı ağaçlarla çevrili çok güzel bir yol düşünün.
Yolculuğunuza başladığınız andan itibaren nereye varacağınızı düşünmeden,
sonunu önemsemeden ağaçların, manzaranın, yolun tadını çıkarırsınız. Farkına
bile varmadan. Poyraz Karayel de böyle bir yolculuk içinde. Bırakın sonunu
düşünmeyi, tahmin bile edemiyorum. Etmek de istemiyorum zaten. Ve ben bu tahmin
dahi edememe durumuna bayılıyorum! Misal, Türk dizilerinde en önemli
karakterler ölmez, ölemez. Biz böyle bilir böyle yaşarız. Çok acı çeker
kahramanlarımız ama sonunda bir mucize olur, mutlu biter.
Ne kadar kalbimizi kırsa
da beklenmeyen ölümlerin işlenmesini seviyorum hem de çok. Ancak çok basit, çok
iyi niyetle gelen bir sorum var. Neden? Neden Sefer? (Yazar burada duyguları
ile savaş halinde) İzlediğim diğer dizileri düşünüyorum. Başrolleri fazla
görmediğimde ister istemez mızmızlanırdım hep. Ancak sanırım “sağlam” iş
olmanın sırrı yardımcı karakterlerin hikayesinden geçiyor. Poyraz Karayel’de
hikayesini izlemekten sıkıldığım tek bir isim yok. Hepsi o kadar dozunda, o
kadar ilgi çekici ki… Tabii bunların başında Sefer geliyordu. Sefer’in vefasını,
aşkını, dostluğunu seyretmek beni mutlu ediyordu.
Yeni bölüm başlamadan sosyal medya turu yapayım dedim,
yapmaz olsaydım. Ne göreyim, Sefer’in ölümüne dair haberler, veda fotoğrafları
almış başını gidiyor.Hemen eşi dostu
arayıp, sakın Twitter’a girmeyin diyerek kamu spotumu yayınladıktan, olası
spoilerları engelledikten sonra aldı mı
beni bir sinir? Sefer’in ölümüne mi üzüleyim, spoiler yememe mi kızayım karar
veremedim. Yalan yok, ön yargı ile başladım izlemeye. Nasıl olsa ölecek mantığı ile bir ara sıkılıp bölüm
sonunu beklediğimi fark ettim. Dedem, mübarek adam zaten içine doğmuş gibi
sürekli “Bana bir şey olursa, Sema ve Anıl sana emanet”, “Üç vakte kadar bir
ölüm haberi alacaksın” tadında ağzından bal damlayarak(!) konuştu. Ben o sırada
nasıl ölecek acaba diye düşünürken, olaylar başladı.
Sado’nun vurulması beni daha çok sarsmıştı. Hiç beklemediğim
anda gerçekleşti diyedir belki, kim bilir? Bu kadar üzülmeme rağmen sekiz kurşun (yanlış hatırlamıyorsam) yedikten sonra yaşaması azıcık üzdü. O an, o adamı oracıkta dan diye vurdurttuysan, şak diye de öldürmen lazımdı diye düşünüyorum hâlâ. Sefer’in ölümü ise kendini çok fazla hissettiren bir ölüm oldu. Ancak böyle güzel
işlenince, öleceğini bilmeme rağmen fazlası ile etkilendim. Arabadaki adamların
“Obaa eller havaya” modunda uçuruma yuvarlanmaya engel olmamalarını, Sema’nın o
araba yolculuğundan kurtulup, uçurum kenarında kurbanlık koyun gibi beklemesi
gibi gözüme çarpan detaylar var. Bunları uzun uzun tartışıp, daha fazla mantık
hatası bulabiliriz. İşte işin büyüsü de burada devreye giriyor. Anın
duygusallığı ile birlikte ben o toptan çıkıyorum.
Yazı devam ediyor..