Gidiyor, gönlümün efendisi!
O değil de Sefer çok Seferce ölmedi mi? Yani sağlam öldü.  Ölmenin sağlamı olur mu demeyin, olur. Ölmeyi de hak etmek lazım. İçinizi tekrardan parçalamak gibi olmasın ama Sefer’in mükemmel vedasını da şuracığa bırakıyorum, ne kadar Seferce olduğunu bir kez daha görün diye. İçimizi en çok acıtan ölümler diye bir liste yapsak, Sefer şu vedası ile bir numarayı zorlar, benden demesi.

"O vardı
Bir de ben vardım
Sonra bir de sessizlik
Öylece oturduk
Sonra birden kaldırdı kafasını, gözlerimin içine baktı
Ben de onunkilere baktım
Bir süre öylece bakıştık.
Sonra dedi ki
Eğer insan canını sevdikleri için feda edemeyecekse bir gün
Aldığı her nefes haramdır.
Sonra kalktı gitti.
Ben ise kaldım.
Düşündüm.
Haklıydı...
Eğer hayat varsa, onun da bir anlamı varsa ölümün de bir anlamı olmalıydı.
Zaten hepimiz şu üç günlük dünyaya ölmek için doğmadık mı?
Demek ki ölüm yaşamın ta kendisi...
Benim de şu üç günlük dünyadan kârım sevdam olsun.
Eskiler uçuruma boşuna yar dememişler
Şimdi yârim için şu derin yardan geçiyorum
Değersiz canım aşka feda olsun.
Şimdi ölümüm bütün hayatımı anlamlı kılacak
Unutmayın
Ölüm haktır.
Sevgiyse bâki.
Hadi eyvallah.
Soran eden olursa da alemden bir sefer geçti dersiniz."
 
Şüphesiz ki, seyirci olarak böyle beklenmedik olaylardan, içimizi kanatan ölümlerden hoşlanıyoruz. Arabesklik ruhumuzda var. Hele bir de böyle güzel ve anlamlı repliklerle yazıldıysa değmeyin keyfimize. Ancak tüm bunlar acılar içinde kıvrılmamızdan son derece sıkıldığımı değiştirmez. Ne yapılmaya çalışıyor, gerçekten anlayamıyorum. Bu durum aslında çok zevk verici olsa da, işin diğer boyutunda hikayenin kalitesini kaybetmeden nasıl devam edeceğini merak ediyorum.

Adil Topal’ın verdiği bunca acıdan sonra nasıl öleceği, kişisel hayatımın en büyük merak konularından . Sefer’in ölümünün etkilerini merak içinde bekliyorum. Bahri Baba mesela, yıkımların en büyüğünü yaşayacak. Bir yanda evlatlarından ayırmadığı Sefer’in ölümü, diğer yanda Sadrettin’in kurtulması. Şu dünyada Bahri Baba’nın da sınavı evlat acısı çekmekmiş. Yine bir oğlunu kaybetti, diğeri kurtuldu. Anıl’a içimin parçalanmasının yanı sıra Sema’yı düşünmekten kendimi alamıyorum. Twitter’da Tokyo’nun “Alzheimer meğer Sema için en büyük hediyeymiş belki de" tweeti içimi okumuş oldu. Sema’nın şu hayattaki en büyük şansı belki de yaşadıklarını unutmak olacak. Bu kadar acı yaşayan birisi için bence bu  güzel bir ödül olacak. Sefer, ölürken en çok sevdiği insanı kurtararak öldü. "Ölümüm bütün hayatımı anlamlı kılacak” demesi bu işin özü zaten. Sefer’e ne için ölürdün, kimin için canını verirdin sorusunu sorsak bir Bahri Baba iki Sema cevabını alacaktık. Bir nev-i hayata geliş amacına uygun şekilde aramızdan ayrılmış oldu.

Ancak Sema’nın hasta olmadığı yalanını öğrenmesi belki de ona en çok dokunan şey oldu. Sema’nın son günlerinde yanında olamayacak, Anıl’a babalık yapamayacaktı. Sema’ya gelirsek onun için işler sanki bir parça daha kolay. Ne kadar acı çekerse çeksin, bir zaman sonra bunları hatırlamayacak. İşin en acı yanı da bütün bunları unuturken, Sefer bu kez yanında olamayacak. Gelelim kadersiz çocuk Anıl’a. İnsan bir kere şanssız olmayagörsün, yakasını bırakmıyor kötülükler. Dakikasında "baba baba" diye bağlandığı adam, daha günleri dolmadan öldü. Müstakbel annesi Sema ise birkaç bölüm sonra onu bile unutacak.


Bahtsız Bedevi Anıl..

Sado öldü ölecek diye ağlaşan siz misiniz, alın size Sefer’i öldürüyorum o zaman HAHAHAHA (kötülük kahkahası) tadında bir bölüm izledik. Sefer’in diziden çıkmasının hikayeye çok büyük bir katkısı oldu mu, merak içindeyim. Adil Topal’ın ne kadar kötü olduğunu anlatmak içinse, gereksiz olmuş. Zira kendisinin sonsuz kötü olduğunu anladık çoktan. Bu noktadan sonra neler olacak elbette tahmin yürütemiyorum. Tek bir tahminim var o da Adil Topal’ın yapacaklarının ucu bucağının olmaması. Yeryüzünde onu durdurmaya neyin gücü yetecek merak ediyorum. Geçtiğimiz günlerde senarist Ethem Özışık paylaştığı bir fotoğrafta Alfred Hitchock’un bir sözünü paylaştı. (Kimse bizim stalk gücümüzü sınamaya kalkmasın!) “Kötü adam ne kadar başarılıysa film de o kadar başarılıdır. Bu en önemli kuraldır."

Şöyle bir düşünüyorum da gerçekten öyle. Kötü adamın zeki ve acımasız olması, hikayeye inanılmaz bir çekicilik katıyor. Ancak burada önemli olan, kötü adamın derinliklerine inebilmek. Biz bu konuda biraz yavan kaldık. Adil’in yaşadıklarını küçük ipuçları ile yakalıyoruz. Bu her ne kadar heyecan verici olsa da belli bir süre sonra “saf kötülük” sıkmaya başlıyor. Şu zamana kadar aşka düşman olduğunu öğrenmiştik. Bu bölümde ne kadar kötülük yaşarsa yaşasın, ölmekten deli gibi korktuğunu anladık. Bir de Poyraz’ın Bahri’ye "baba" demesinin Adil’e nasıl ağır geldiğini öğrendik. Israrla, şu meşhur baş ağrısı muhabbetine daha çok girmek istiyorum, ilgililere duyurulur…


Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER